Düşerken - Tarık Tufan

Düşerken



Tarık Tufan'ın son kitabı, benim okuduğum ilk kitabıydı. Osman Y. sağ olsun, uzun zamandır okutmak istiyordu bana ve sitenin bilumum sakinlerine yazarı. Baktı bende hareket yok, önden aldı, bir teşekkür mesajı ile hediye etti kitabı. Buradan kendine hediyesi için tekrar teşekkür ederek incelemeye geçeyim, böyle gereksiz yazıları daha fazla görmek istemeyen okurlar için.

Şimdi Düşerken gibi bir kitabı nasıl anlatmalı. Tarık Tufan gerek Radyo/TV programları, gerek film senaryoları, gerekse kitapları ile oldukça tanınan , dünya görüşünün de etkisiyle bolca da okunan bir yazar. Anladığım kadarıyla (sitedeki diğer incelemelerden) her kitabını üstüne koyarak çıkarttığından, şu ana kadarki en başarılı kitaplarından birisi Düşerken. Kendisinin zaten belli bir kitlesi var ve ne yazsa satıyor, gibi geldi bana. 

Bense ilk defa bu kitapla tanıdım yazarı. “Düşerken, başka dünyalardan bir kadınla bir erkeğin zamansız karşılaşmasını ve giderek karmaşıklaşan yol hikâyesini anlatıyor. “ diyor kitabın tanıtımında. Öyle, cesur bir başlangıç yapmış Tarık Tufan benzer yazarlara göre. Kitabın başında gerçekten farklı dünyalardan iki insanın; evli, çocuklu tesisatçı İshak ile marjinal ressam Jülide'nin kaçış hikayesini görüyoruz. Peki yazar bu cesaretini devam ettirebilmiş mi kitabın sonuna kadar? Göreceğiz. 

Lanse edildiği gibi bir yol romanı bu, yolda geçiyor büyük bir kısmı. Kurgu klasik, aykırı bir şey yok. Genel olarak 40-50'lerin Hollywood, 70-80'lerin Türk filmi havasında. Yazarın araya koyduğu Zeki Demirkubuz sahneleri kurtarmaya yetmiyor kurguyu. Arada kendince twist'ler yapsa da kimse şaşırmıyor hikayeye, zaten durumu fark eden yazar da sonlara doğru salıyor olayı, baştaki cüretkarlığını toparlamak için belki, sıkıcı bir finalle bitiriyor romanı.

Anlatıcı her bölümde değişiyor, üçüncü tekil şahıs ile İshak ve Julide'nin gözünden olmak üzere. Ama roman içinde bunu fark etmiyoruz ne yazık ki. Bütün bölümlerin dili aynı çünkü, Tarık Tufan'ın o hüzünlü dili. Kafaların içi de aynı, İshak, Jülide hatta terk ettiği karısı Nurten bile aynı şekilde düşünüp aynı şekilde konuşuyorlar. Erkeklerin yarattığı kadın karakterlerin içine girmesini sevmiyorum, beceremiyorlar genellikle – Tarık Tufan da bunu bir istisnası değil. Başlarda Nurten'in suratını rujla boyadığı sahneyi en az üç dört filmden hatırlıyorum. 

Anlatım belki de en güçlü olduğu kısım yazarın. Betimlemeler, metaforlar, psikolojik tahliller oldukça güzel. Kendisi de bunun farkında herhalde, kurgudan çok bunlara önem vermiş. Kitabın her yerinden Tarık Tufan cümleleri taşıyor. Böyle olunca başlarda güzel gelen tahliller sonlara doğru iyice dayanılmaz hale geliyor. Her şeyi kararında vermek gerek:)

Yazarın dili sade ve akıcı genel olarak. Yukarıda belirttiğim uzun tahlilleri saymazsak kolaylıkla okunuyor. Ama bazı kelimelerin eski karşılıklarını kullanmış bolca benzer yazarlar gibi Tarık Tufan da. Ön yargımdan belki, bir iki yerdeki islamcı göndermeyi fark ettim ama siyasete girmiyor yazar genel olarak. 

Kararsız bir havası var kitap boyunca, kemikleşmiş okuyucularına ihanet etmek istemiyor, ama daha geniş bir okuyucu kitlesini arzuluyor gibi. Bu da baştaki cesur açılışı yavan bir kitaba ve kötü bir sona dönüştürüyor. 

Kitabı okuyup beğenmeyen bir tek ben varım galiba, incelemelere bakarsak. Tabi tek bir okumayla bir yazar hakkında böyle ahkam kesmek tamamen yanlış. Sadece kendi fikrimi beyan edebilirim. Ama benzer cümle ve replikleri bolca duyuyoruz sosyal medyada, yerli dizilerde. Bu yüzden, en azından şimdilik, Tarık Tufan'ın bana katabileceği bir şey olmadığını düşünüyorum. İyi Geceler.

Yorumlar