Yapraklar Evi Nasıl Bir Kitap?


Deneysel edebiyattan hoşlanır mısınız? Böyle bir tür var mı gerçekten? Ya da ergodik edebiyat diye bir şey duydunuz mu? Ergodik edebiyat (Yunanca çalışma ve yol kelimelerinden oluşmuş), okunması için gayret sarf edilmesi gereken kitapları anlatıyor anladığım kadarıyla. Ya da kısaca değişik kitaplar diyelim biz onlara. Ya da acayip kitaplar. Ergodik kitaplara örnek olarak Raymond Queneau'nun Yüz Bin Milyar Şiir kitabını gösterebiliriz. Aşağıdaki resimden kitabın neden farklı olduğunu anlayabilirsiniz herhalde.
Yapraklar Odası kitabının da farklı bir kitap olduğunu anlamışsınızdır herhalde. Belki de kitapla ilgili haberleri okudunuz ya da örnek sayfalar gördünüz bile. 2000 yılında Mark Z. Danielewski tarafından yazılmış bir kitap bu. Şu aralarda Türkçe'ye de çevrilerek piyasaya çıkmış Monokl yayınlarından. (Güzel şeyler oluyor Türkiye'de). Önemli bir şey mi peki bu? Kitabı görene kadar haberim yoktu. Ama internetten araştırınca, 18 yıl sonra olsa da bu çığır açıcı kitabın dilimize kazandırılmasının gerçekten önemli olduğunu anladım ve görmek, hissetmek, okumak, o yorumlarda yazan her şeyi yaşamak için siparişi verdim.
Kitap 77 lira olmasına rağmen şu aralar bazı sitelerde %40'a kadar indirimle satılıyor. Eminim siz de kitabı elinize aldığınızda benim gibi verdiğiniz her kuruşa değdiğini anlayacaksınız.
Kitabı daha okumadım, ama öğrendiğim bazı şeyleri ve kitabın içeriğiyle ilgili bir takım resimleri paylaşmaya karar verdim sizinle. Kitapla ilgili haberleri ilk okuduğumda kitabın yazım formunda, konu ile bağlantılı olacak şekilde değişik stillerin, farklı şeylerin denendiğini öğrendim. Dediklerine göre mesela dar bir koridordan geçerken mesela, sayfadaki metin de daralıyor, boşluğa çıkınca rahatlıyordu. İçeriğin ne olduğunu bilmememe rağmen böyle görsel bir çalışma (yakın zamanda başladığım ve bölüm anlattığım) Ulysses'de okuduğum bir şeyi hatırlattı. (Ve evet, Ulysses de bir çok yönden Ergodik bir kitap.)

Gotthold Lessing diye bir felsefecinin bir Laocoon kitabındaki bir görüşüne gönderme yapılıyor ve “nacheinander” ve “nebeneinder” kelimeleri kullanılıyordu üçüncü bölümde. Şiirler için (ya da edebi metinler) diğerinin ardında olan anlamındaki nacneinander kelimesi, resim gibi görsel eserler için ise diğerinin yanında olan anlamındaki nebeneinander kelimesi kullanıyordu ki, burada bu iki sanat dalının farklı duyulara hitap etmesi açıklanmak isteniyordu. Şiir ya da edebiyat bir zaman diliminde kulağımız vasıtasıyla algıladığımız bir şeyken, resim ya da görsel sanatlar, dünyada bir yer işgal eden ve gözümüz vasıtasıyla bir anda algıladığımız ve değerlendirdiğimiz bir şey. Bir resmi, örneğin “Yıldızlı Gece”yi bir şiirde ya da kitapta ne kadar anlatmaya çalışırsak aynı etkiyi vermez. Söylenmek istenen tam olarak buydu hatırladığım kadarıyla.

Söylenenler doğruysa, Yapraklar Evi ise bu teoriyi alt üst eden bir kitap. Yazar metinde anlatığı şeyleri size görsel olarak da hissettirmeye çalışıyor ve söylenenlere göre başarıyor bunu gerçekten. Zaten sadece bir metni farklı şekillerde yazarak bu başarıyı yakalayamazsınız diye düşünüyorum ben de.
Kitabın ana konusuyla ilgili bilgi vermeden önce baştakilere benzer sorularda dağılan ilgiyi tekrar toplamaya çalışayım. “Blair Witch Project”i hatırlayan var mı aranızda? “Inception”ı beğenen? İlk çıktığında romanların “Blair Witch Project”i olarak, ya da “Inception”ın rüyalarının kitap formu olarak tanımlamış, edebiyat camiasında. Yıllar boyunca, kitap bir kült haline gelmiş ve bir çok yazar ve oluşumu etkilemiş.(Creppypasta sitesini de keşfetmiş oldum bu kitap sayesinde.)

Yapraklar Evi'nin içindekiler kısmına baktığınızda, bir romandan baka her şeye benzediğini göreceksiniz. Bir önsöz ve giriş var Johnny Truant diye bir dövme sanatçısının yazdığı. Daha sonra 500 sayfalık bir Navidson kaydı yazısı var, Zampano adlı yaşlı bir adam tarafından aynı isimli bir belgesel filme dayanarak yazılan. Navidson Kaydı da Pulitzer ödüllü bir fotoğrafçının ailesiyle birlikte taşındığı biraz farklı bir evi anlatıyor. Evet kitap içinde kitap içinde film.Olaylar her zaman olduğu gibi gelişiyor, Zampano zaten ölmüş, böyle bir fil yok, bahsedilen ev büyüyor. Katmanlı bir öykü olduğunu düşünüyorsanız sadece bunun, neyse daha fazla bilgi vermemeliyim- kısaca düşünmeyin. Daha okumadım bile kitabı, ama uzun uzun – sindire sindire okumanız tavsiye ediliyor incelemelerde. Zaten isteseniz de başka türlü okuyamıyorsunuz. Uğraşmanız gerekiyor, düşünmeniz gerekiyor. Yaşamanız gerekiyor kitabı.

E-kitap olarak alamazsınız bu kitabı, ya da sesli kitap olarak dinleseniz de internetteki kayıtlarda pek bir işinize yaramaz resimlerde gördüğünüz gibi. Okuyanlar doksan dakikalık bildik bir korku filminin hissettirdiklerinden çok daha fazlasını yaşattığını söylese de bu kitabın, yazarı aynı zamanda romantik bir kitap olduğunu belirtiyor. Ben ne yazık ki başlamak için elimdeki bazı kitapların (özellikle Ulysses) bitmesini bekleyeceğim. Ama kendinize ve kitaba gerekli zamanı ayırabilirseniz yeni farklı ve gerçekten güzel bir şeyi keşfedeceğinize eminim. En azından kendim açısından öyle olacağını umuyorum. Ve umarım Monokl'un Gökhan Sarı çevirisi anlatılan kitabın hakkını vermiştir. Gerçekten oldukça zor bir iş çünkü.
Yazarın ablası (Poe- Edgar Allan Poe'dan esinlenmiş) bir müzisyen ve kitaba gönderme yaptığı bir şarkısı da var. Ama ben yüzsüzce başka bir şarkısıyla veda ediyorum, kitabı okumak isteyenler alınan şarkıyı da bulabilirler zaten.

Yorumlar