Kabuk



Kabukları kırılmış bir hayatta daha fazla yaşamak istemiyorum demiştin. Bense başka bir dünya bilmiyordum, sevecek başka bir insan da. Ülkemiz yetmiyordu yaşamamıza, ya da öyle sanmıştım o zamanlar. Benmişim aslında yetmeyen böyle bir seviyeye. Bu çizgileri ikimiz de çekmemiştik, sen sadece çizgi istemiştin hayattan. Ödül sanıyorduk bize verilenleri, tek başımıza kalmanın soğukluğunu yaşamamıştık ki .Bilemezdik korku dolu günleri daha doğmadan böyle bir dünyaya. Kabuk dediğin nedir ki demiştim. Korkmadan kırmıştım çünkü ben tüm kabukları. Onların kabuk olmadığını kimse söylememişti bana. Baş aşağı gittiğimizi biliyordun sen ve bana onu da söylememiştin. Sadece hayat kötüydü sana göre. Ben kötüymüşüm aslında sonra öğrendim. Kışın yaşayan her insan gibi beklemeyi öğrenmiştim ben de artık. Ne beklediğimizi bilmemekten dem vurmuştun sen ama. Kim bilebilirdi ki neden beklediğini? Öyle yüce duygular taşıyan yüce yaratıklar gelmemişti dünyaya henüz. Herkes bizim gibiydi sanıyorduk, baş aşağı. Kimse söylememişti biz diye bir şeyin var olmadığını ama. Yer/zaman kavramımdan başka, duyularımı da yitirmiştim seninle. Sen yöneltiyordun beni geleceğe ve kabuğu kırılmış bir hayat istemiyordun. Nasıl güvenecektim sana ki? Niye güvendim peki, baharı getirdiğin için mi? Yağmurda ıslandığın için  ya da erimediğimiz için mi henüz? Sihri daha keşfetmemiştik, gri güzeldi ya da öyle denmişti bana. Sen de gri güzeldir demiştin, sorgulama ihtiyacı duymamıştım, vazgeçme ihtiyacı duymadığım gibi hiç senden. Zaman bizden yana olmamıştı hiç, ama sen hala geleceği istiyordun. Sahip olabildiğim tek yetenek olan sinirlenme yetimi de bulabildiğin en azgın nehire atmıştın. Sen kalmıştın tek duyum, tek yeteneğim, tek tanrım ve hala kabuksuz hayatları sevemiyordun. Denize gittik bir gün ikimiz de, aynı zamanda aynı yere ama farklı düşüncelerle. Sen son vermek istiyordun kendine, bense başlamak istiyordum sana. Denizde nasıl olur her şey diye bir filme gitmiştik ikimiz de. Farklıydı hayat ama, filmlerdeki gibi değildi. Kabuklarından çıkmış kuş yavruları gibi çaresiz kaldık annemiz gelene kadar. Deniz geldi sonra, birbirimize sarıldık gözlerimizi kapatıp. Hiç bir şey söylememiştin bana. Bense seni seviyorum dedim aptal gibi. Seni sevdiğimi bilsem söyler miydim bunu bilmiyorum. Ama o zaman bilmeden de olsa söyledim. Güneş derimizi yüzüyordu yavaş yavaş ve ben seni bilmeden seviyordum . Sen, sen her şeyi biliyordun ama. Kara  bulutların yaklaştığını görüyordun ve dalmak istedin her şeye rağmen. Ben de daldım haliyle tek tanrımın benliğine. Turuncu olmuştu her şey, korkmuyorduk ikimiz de, bilemiyorduk o zaman da korkuyu. İçindeki müziği takip ediyordum ben, sen de denizi. Hiç bir zaman başarısız olmayacak olsak, ilk önce kimi özlerdin dedin bana ya da ben öyle anladım. Dünya sadece denizlerin değil dedim sana. Daha doğamamıştık ama sen biliyordun dünyayı. Bana söylememiştiniziiniz de. Bir tempoyu takip ediyordum sende. Sadece o tempo vardı kabuğu kırık hayatında. Neden yaşamak istemediğini hiç anlamamıştım, ben bütün bir ömrümü ve senin ömrünü burada geçirebilirdim. Ama sen istemiyordun beni, sevmiyordun. Sevseydin o denize geldiğimiz anda ben bilmeden demezdim seni seviyorum diye. Bırak dedin, bıraktım ben de. Hiç bir şeyim kalmadı sende. Sen ayrı ben ayrı hayatlar olduk orada, o deniz kenarında. Tempo yok oldu ve ben kendi bildik müziksizliğim için çürümeye olan mahkumiyetimi hatırladım tekrar. Sense hala girebilecek yeni bir kabuk arıyordun. İnsanlar kabuksuz hayatlara sahip olabilseydi en baştan, ne kadar farklı yerlerde olurduk ikimiz de. Ama şimdi senin bana bittiğin ve benim çürümeye başladığım bu yerde olması gerektiği gibi oluyor her şey. Tam da düşündüğümüz gibi, istediğimiz değil.

Yorumlar