Seçmek ya da Seçmemek?


Seçim yapmak aslında bu dünyada bize tanınan tek özgürlük. Tek hakkımız. En önemli şey seçmek. Ya da en gereksiz olanı. İnsanlar mı ikiye ayrılıyor, seçen/seçmeyen diye , yoksa doğal olarak mı itiliyoruz bu karara? Doğa seçse bizim yerimize, her şey daha mı güzel olacak? Daha mı farklı, daha mı olması gerektiği gibi? Yanlış karar verdiğinde insan (yanlış karar verdiğini fark ettiğinde daha doğrusu) hissettiği o eziklik; hayatı boyunca seçmemeyi tercih edenlerin, hep kendisi için seçilenlerin yüzeysel  mutluluğu (emin miyiz?) ile kıyaslandığında, katlanılabilir,  hatta gelecek için umut verici bir his gibi mi görünüyor gerçekten? Ya da verdiği doğru kararların, kendisi gibi doğru bir takım insanların hayatında doğru olmayan bir takım değişiklikler meydana getirmesi durumunda, her ne kadar emin olsa da kararından, pişmanlık hissetmemesi mi gerekir insanın? Hangi kararımız gerçekten doğru ki? Belki de hepimiz sadece karar vermenin, bir şeyi seçmiş olmanın verdiği tatmin nedeniyle hayatımızı seçiyoruz. Neyi seçiyoruz gerçekten? Hayatımızı mı, içeceğimiz meyve suyunu, okuyacağımız okulu, yaşayacağımız ülkeyi, evleneceğimiz insanı, yaşayacağımız hayatı? Hangisi gerçekten bizim seçtiğimiz? Doğuyoruz, bizim için seçilmiş  şehirde, bizim için seçilmiş hastanede, bizim seçmediğimiz anne, baba kardeşlerin arasına. Büyüyoruz, seçemediğimiz dinimizle, seçemediğimiz okulumuza gidiyoruz. Bizim için seçilen kıyafetler giyiyoruz. Bazen iki farklı elbise gösteriyorlar, seçiyoruz. Biz mi seçiyoruz, toplum mu seçiyor bizim adımıza? Büyüyoruz biraz, arkadaşlarımızı seçiyoruz, ya da onlar bizi seçiyor. Ya da mecbur oluyoruz birileriyle arkadaş olmaya. Arkadaşlarımızı seçebiliyoruz ya akrabalarımızın aksine sonuçta. Ya da en azından kiminle arkadaş olmayacağımızı seçebiliyoruz. Gerçekten mi? Yoksa grubun dışında kalanlar otomatikman küme mi oluşturuyor? Kız arkadaş seçiyoruz kendimize. Tabi ki istediğimiz olmuyor, çünkü istediğimizi herkes istiyor, o bizi istemiyor. O mu seçiyor peki? O da seçmiyor. Zaten toplum kuralları - yazılı olmayan, görünür olmayan, sadece doğanın bildiği kurallar- kimin kime düşeceğini zaten başta belirlemiş. Buna bazıları tesadüf diyor, bazıları kader, bazıları şanssızlık. Sonuçta görünürde her şeyimizi seçtiğimizi sanarak üniversiteye ulaşıyoruz. Okulumuzu seçiyoruz tabi. Ailemiz bizim yerimize seçmiyorsa, biz toplumun normlarınca kazançlı, saygı değer, ya da en popüleri seçiyoruz. Tabi becerebildiklerimiz arasından. İşte okul, meslek, evlilik, ev. Sonuçta hayatımızı seçiyoruz, böyle olması gerekenler arasından, en çok kabul göreni elde etmeye çalışıyoruz hep. Şansımıza düşeni alıyoruz gerçi. Ara sıra bizi yönetenleri seçtiğimizi sanıyoruz, ara sıra tatilde gideceğimiz yeri. Yaşamımızın sonuna geldiğimizde arkamıza bakıyoruz. İyi kötü bir şeyler var arkamızda. O en başta bahsettiğim yüzeysel mutlu seçmeyen insan da geliyor yanımıza, o da bakıyor arkaya. "En azından seçtiğim hayatı yaşadım ben" diyoruz ona gülerek. "Başkalarının dayatmasına aldırmadım." Bunları diyoruz ona, içimizi kemiren o şeyi düşünmemeye çalışarak. Sonuçta herkes kendi seçtiği hayatı yaşıyor.

Yorumlar