Dedektif Komikleri



Altıncı hissini satan birileri olsaydı iyi olurdu. Kitaplarda gölgenin ötesine rastlayamadım. Ruhlara hiç girmek istemiyorum, şeytan bile uğraşmıyor onlarla artık. Elindekiler çoğalınca satan olmuş , özüne dönmüş o da. Kötü esprinin doğasını araştırıyormuş bir de. Neden insanlar böyle şeylere çok takılıyor diye az dolanmadı etrafımda. Ama en fazla alıcısı olan dediğim gibi altıncı his bugünlerde. Singapur'daki tanrıların oğullarına yaptıkları sünnetlerde en çok onlar takılıyormuş. Arz talep dengesi her şey. İnsan kapısını çalan uzakdoğulu bir tanrıya da her zaman hayır diyemiyor tabi. Bir iki defa demişliğim var ama onlar daha az inananı olan ufak şeylerdi. Singapur diyince insan iki defa düşünüyor haliyle. Başta ben de aynı pazarlığı yaptım, gölge/ ruh ne varsa saydım elimde. Avalokiteşavara diye birisiydi kapıyı çalan. Üstünde pelerin gibi bir şey vardı. Çözemedim başta, yok ben oruç tutmuyorum diye göndermeye çalıştım, davul görmememe rağmen. Sonra kollarını çıkarmaya başladı pelerinin altından, 4'den sonra korkmaya başlamıştım tabi. 20'den sonra dehşete düştüm. 120'de korkum can sıkıntısına dönüştü. 1000'e gelene kadar bir yarım saat bekledim orada. Gösteriş budalası tanrı insanları böyle kandırıyordu herhalde. Hiç bir fikrim yoktu altıncı hisler konusunda. Daha önce oniki hisli birisinin kendinden kurtulmasına yardımcı olmuştum, ama hangisinin altıncı olduğunu inanın bilmiyordum. Ruh, gölge, karın ağrısı gibi şeyleri ayarlayabileceğim bir dostum olduğundan onlara ikna etmeye çalıştım Avalo'yu (Samimi olmayı severim tanrılarla). 998. kolundaki dövmeyi gösterdi sonra, ben de sustum. Ruh sağlığınızı korumak adına bu dövme hakkında size bilgi vermeyeceğim. Kendisine yardımcı olacağımı söyleyip Singapur'a geri gönderdim. Neden Singapur'lu tanrıların şımarık kızları olmuyordu ki hiç? Onlar hiç olmazsa beşibiryerde filan isterlerdi en fazla. Yapacak bir şeyim yoktu o dövmeyi görmüştüm bir kere. İlk önce tabi ki eski dostumu aradım. Veresiye satmayı bıraktıktan sonra hiç konuşmamıştım belki, ama bana bir güzellik yapardı herhalde. Yapardım dedi tabi, ama onda da yokmuş. Hem hangi salak tanrı altıncı his ister ki diye sordu. Çok biliyor sanki, gören de bir şey sanıyor bunu karanlık filan diye triplere girince? Tabi ona eski Singapur adetlerini anlatmaya kalkmadım. Vakit nakitti benim işimde ve nakit de singapurlu bir tanrı piçinin pipisinden geçiyordu. Aşağıya indim hemen. Manifaturacılar Çarşısı ile Kuyumcular Çarşısının arasındaki Psikiyatristler çarşısına daldım. Arife olduğu için çoğu dükkan kapalıydı. Biraz ilerde Psikiyatrist Hamdi ve Hamdullah ustalar aralarına bir manifaturacıyı almış evire çevire dövüyorlardı. Bu pis çarşıya bir daha  gelmeyeceğim diye yemin etmiştim , ama 998. koldaki o dövme... Neyse, hemen yanlarına koşup, kaba kuvvete başvurmanın çözüm olmadığını onlara bir kere daha hatırlattım. Bu amnezili ikizlere bu açıklamayı yapmanın ne faydası vardı bilmiyorum ama en azından masum manifaturacıyı kurtarmıştım. 10 dakika süresince dayağımı yedikten sonra; iki usta da yoruldu,ben de konuyu açabildim. Konuşmaları, iki dakika büyük olmanın verdiği olgunlukla hep Hamdullah Usta yapardı. Ama ben altıncı his konusunu açında daha önce sesini hiç duymadığım Hamdi Usta atılıp dualar okumaya başladı. Hamdullah Ustayla onu dövdükten sonra, Hamdullah Usta aradığım parçanın çok nadir olduğunu, Çanakkale gibi bir yerde bulmanın neredeyse imkansız olduğunu söyledi. Sonra da ellerinde kalan son üç altıncı hissi zorla kardeşine yedirdi. Bir terslik olduğunu yavaş yavaş sezmeye başlıyordum. Hamdi Ustayla beraber abisini dövdükten sonra yanlarından ayrıldım. Bir daha bu çarşıya adımımı atmayacaktım. Kuyumcular çarşısının yanından geçerken oraya da bir göz attım. Tüm kuyumcular bir çocuğun etrafında toplanmışlardı. Bir iki boş dükkana uğrayıp bayram siftahımı yaptıktan sonra, ben de çocuğun yanına geçtim. Kuyumcuların en sevdiğim Eddard dayının yanına yaklaşıp, ne olup bittiğini sordum . Eddard Dayı kulağıma taktığım küpeyi tanıyınca, ondan uzaklaşıp Kunter abiye yanaştım . Ona da aynı soruyu sordum. Kunter abi sanki kutsal bir ritüeldeymiş gibi cevap verdi. " Bu çocuk tam bir femonen" Düzeltmedim Kunter abiyi. Çocuğa baktım. Herkes bir şeyler soruyor ve çocuk onu cevaplıyordu. Ben de bir soru sorayım mı dedim kuyumcular camiasına. Eddard dayı hariç hepsi kabul etti. Adamın gözleri hala küpelerimdeydi. Çocuğa, taşıyamayacağı taşı yaratabililip yaratamayacağını sordum, apışıp kaldı. Kuyumcular da pis pis bana bakıp dağıldılar. Çocukla yalnız kalınca, ne olduğunu fark ettiğimi söyledim hemen. Sonra da altıncı hissini satmasını teklif ettim haliyle. Anlamıyordu, biraz sarsmak zorumda kaldım çocuğu. Kabul etti sonunda; ama nasıl satacağını bilmiyordu, piyasasından da haberdar değildi elindeki bu gücün. Neyse ki her durum için bir çözüm yolum vardı. Boşuna bana gelmiyordu hep ihtiyaç sahipleri.  Cep telefonumu çıkardım. Sahibinden uygulamasını yüklemiştim önceden. Evet, üç dört tane vardı altıncı his. Birisi sanki gözünü satıyordu altıncı his diye. Bu sıfırlamış kilometreyi dedim, numara yapıyor. O kadar para etmez altıncı his. Diğerleri de hep yüksek bedel biçmişlerdi, işte sosyal medya her şeyi büyütüyordu yine. Çocuğa reddedemeyeceği bir teklif yaptım. Çocuk işte reddetti. Babasıyla mı yapsaydım görüşmeleri acaba? Sonra vaz geçtim. Çocuğun gözünü korkutmam gerekiyordu belki de. Aklıma gelen en ürkünç şeyden bahsettim çocuğun kulağına. Hemen kabul etti. Dövmenin fotoğrafını göstermeyi teklif etmiştim altıncı hissi vermezse. Şimdi tek sorunumuz bu altıncı hissi çocuktan çıkartmak için bir yol bulmaktı. İstemeye istemeye psikiyatristler çarşısına tekrar döndüm. İşim acele olduğundan hemen birbirimiz dövdük ustalarla. Sonra bu altıncı his aparatlarını sordum Hamdullah Usta'ya.  Hamdi Usta hemen atıldı, açılmıştı bir kere. O aletlerden sadece dünyanın sonundaki nehirin yatağındaki aslanın ağzında varmış. Bir de köşedeki Halim abinin psikiyatrında. ama işte arife olduğu için kapalıydı o dükkan da. Ben de çocukla birlikte dünyanın sonuna gitmeye karar verdim. Bir daha girmeyecektim ama bu lanetli çarşıya. Bir hesap yaptım, kurban bayramına da yetişemeyecektim bu gidişle, o akşam çocukla kurbanımızı da kestik, şekerlerimizi de yedik. Alınlarımıza androidlerden aldığımız elektrikli koyunun kanından sürüp yola koyulduk. Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, dünyanın sonuna ulaştık. Yani çocuk dedi orasının dünyanın sonu olduğunu , ben onun yalancısıyım. Evet, Singapur'da olduğumuzu bir çok aklı evvel tahmin etmiştir herhalde. Çocuk beni bir nehire götürdü. Burası sarı nehir dedi. Kıllanmaya başladım engin coğrafi bilgimle, ama bozmadım çocuğu. Lazımdı bana. Yüze yüze kuyruğuna ulaştık. Sonra sarı olduğu iddia edilen ama yeşil olan sulardan çıkarak aslanı bulduk. Sevmedim aslanı, yatağı bozuktu baya. Ağzına baktım, yemişti pislik altıncı his çıkarma makinesini. Daha biz bir şey demeden, kükremesinden anlamıştım. Başka bir şey düşünmem gerekiyordu. Yoksa Avalo singapur'daki  sünnet düğününe katılamayacaktı. Birden Singapurda olduğumuzu fark ettim. Çocuğa sünnet olup olmadığını sordum. Olmuştu. Olsundu, azıcık daha kesmenin kimseye zararı olmazdı. Çocuk mırın kırın edince fotoğrafı çıkarır gibi yaptım  hemen kabul etti. Şimdi tek lazım olan iki üç tane ekstra koldu. Hemen en iyi dostumu aradım; herhalde bana, en iyi arkadaşına bir güzellik yapardı. Yapardım dedi ama elinde hiç kol kalmamış. Çocuğa sordum, henüz altıncı hissini çıkarmadığımız için bir bildiği olabilirdi. Alına bir göz yeter belki dedi. Tam o sırada bir şeyin üstüne bastığımı hissettim, baktım. Şansa bir gözdü. Biraz ezilmiş gözü alnıma sabitleyip çocuğu kucağıma oturttum. Üstün linguistik bilgimle Singapurca etrafa sünnetimizi ilan ettim. Sonra etraf bana Singapurca diye bir dil olmadığını söyledi. Ama amacıma ulaşmıştım. Tüm tanrılar gelmişti yanıma . Bir tek Avalo yoktu. İçim parçalandı onun yokluğunu görünce. Gittim dağdaki evine kapısını çaldım. Bir yarım saat bekledim.Pelerinli bir halde açtı kapıyı. Buldun mu dedi bana. "Hayır ama bir fikrim var, birazdan istediğin kadar altıncı his sahibi olacağız" dedim ona. "Altının hiç bilmediğin kuvvetlerine kavuşacaksın, hesap makinesi ile bile hesaplayamayacaksın" dedim. Biraz severim abartmayı, çocuk da onayladı sevdiğimi ve en fazla altı üzeri yedi dedi. Bir yarım saat Avalo'nun bana sarılmasını bekledim. Sonra bildiği bir sünnetçi var mı diye sordum. Şansa kurban bayramı arifesinde varmışız Singapur'a. İki bayram arasında sünnetçiler sıcak ülkelere göç ediyorlarmış. Burası da sıcak deyip kendi silahıyla avladım Avalo'yu. Bana bir sünnetçi bulmak zorunda kaldı. Bayandı ama olsundu. Çocuk da sevinmişti bayan olduğuna. Fenni misiniz acaba dedim. Yok dedi ben sadece pipiden anlarım. Tamam dedim Avalo'ya , tam aradığımız sünnetçi. Açtık çocuğun pipisini , çağırdık tanrıları tekrar. Alvaro da kirvesi oldu çocuğun, işte tuttu pipiyi 301. eliyle. Sonra elinde kaldı ama üzülmedi çocuk, altıncı hissi kendinde kalmıştı nasılsa. Avalo'da üzülmedi aldığım altıncı hislerden ikisini ona verdim, dövmesini de göstermedi . Ben de sevindim, sonuçta o dövme.. Hayır, bunu anlatmamam gerekiyor ruh sağlığınız için. Aylar sonra bu olayı psikiyatristler çarşısında anlatırken oradakiler bana inanmadı ve dövdüler. Bir umut baktım Hamdi ve Hamdullah ustaya. Yüzüme bakamıyorlardı hiç. Peki dedim, bir daha girmeyeceğim bu pis çarşıya. Sonra ofisime geri döndüm yeni maceralara doğru kulaç atmak için.

Yorumlar