Algoritmik Aşk


"Sadece senin" dediğinde aslında ikimiz de biliyorduk bu şeyin bittiğini. İnanmak istemiyorduk  yalnız. Sıkılır mı insan kendisinden? Olmak istediği ama bir türlü olamadığı şeyden? Vaz geçer mi hayata alışma kaygısından? O tatlı şirin güzel kaygı. Hiç bir zaman gerçek olmayan duygular silsilesi. Bir şey söylememi bekler gibi bakıyordun bana, ama bunlar geçiyordu o an aklımdan benim. Hiç bir zaman dürüst olmadım ki sana. Sen beni sevdiğini söylerken ben hep değişik alemlerdeydim. Eski dünya insanlarını meşgul edecek ne kadar az dikkat dağıtıcı vardı ki. Ya da seni seviyorum; iki Styx ırmağının kesişiminde meydana gelen trafik kazasında ölen 14 ölüyü nereye taşıyacağını çözmeye çalışan bir zihnin periyodik olarak ürettiği bir veri tamlamasıydı. Kafamdaki program öyle çalışıyordu, senin henüz fark edemediğin üzere. Eğer karşındaki ağlarsa onu öp, gülerse yine öp, her zaman öp. Seni severse onu sev, sevmezse yine sev, her zaman sev. Başını dizine koyarsa saçlarını okşa, sonra tekrar okşa, tekrar okşa, tekrar okşa. Kontrol et, uyumuş mu diye. Eğer uyumuşsa okşamayı kes, alnından öp, Styx'e geri dön. Arada dışarıdan bakanların anlaması için REM satırları bile koymamışlardı beni yapanlar. "Sadece benim mi?" dedim, havada dolaşan yeni üretilmiş ama tüketim zamanı geçmiş bilgi kırıntılarını aramakla meşgulken. Böyle durumlarda vakit kazanmak için yapılacak şeyler, her erkeğin yazılımında hemen hemen aynıdır. Saçma ve gereksiz bir soru üret; daha kolayı, söylenen cümleyi bir soru cümlesine dönüştür. Sonrası bulanıktı ama, alınan karşılığa göre kavga çıkartılabilir ya da kedi moduna geçilebilirdi. Farklı gezegenlerin birbirine bu kadar uyumsuz bu iki türünü, ısrarla bir araya getirmenin amacı ne olabilir ki, diye düşünmüşümdür sanırım bilinçaltımda bir yerlerde. Zaten bu şeylerin hiçbirinden haberdar değilim ben. Her şey bilinçaltında gerçekleşen bir program döngüsü. "Sadece benim mi?" diye tekrar ettim , nasıl bir surat takınacağımı kestirmekle meşgulken. "Sadece benim"in başlangıcındaki soru kötü bir şey olamazdı kesinlikle. Bir şeyler aramaya çalıştım içimdeki o yorganın altında. Bitti diye bir şey vardı saçma da olsa. Böyle bir şeyden sonra nasıl bitirilebilir ki ilişkiyi? İlişkiler - bitmek üzere tasarlanmış karmaşık olgular. Bizim gezegendeki bilim insanları o kadar karışık şeylerin üstesinden gelemeyeceklerinin bilincinde olduklarından, bu şeyle ilgili bütün inisiyatifleri karşı gezegene bırakmışlar. Bizde sadece başlatma, tekrar etme ve bitirme komutları var. Güldüm sen gülünce ben de. Öptüm sen öpünce ben de. Seni seviyorum dedim sen diyince ben de. O zaman ikimiz de bilmiyorduk galiba aslında bu şeyin bittiğini. Senin haberin yoktu. Ya da seni yapanlar kabullenme dürtüsünü- ki bu şeye dürtü demeniz sizin gezegenin saçmalıklarından sadece biri- yeterince derine yerleştirememişler ve sen hala "Sadece senin" diyorsun. Ama niye diyorsun ki, hala çözemedim ben. "Hayır senin" dedim ve sırıttım yine. Bir yanlışlık olduğunu saniyenin on binde biri gibi bir zaman biriminde anladım. Sizin gezegende eminim bu şeylere bir ad vermişlerdir. Biz kelime sayımızın azlığıyla övünen bir cinsiz oysa. Suratındaki çizgilerin yer değiştirmesi o kadar kısa sürmedi tabi. Nedense sinirlenmiştin, bunu söyleyebiliyordum eski tecrübelerime dayanarak. Sürekli gözlem yaparak tecrübe kazanmayı ve o tecrübelerle yaşamı şekillendirmeyi öğrenmiştim. Böyle hayatta kalıyordum ben de. Yüzündeki son çizgiler de yerine oturmadan öptüm dudaklarından ve "Şaka yaptım" dedim. "Anlamıştım zaten" lafını duyunca tüm bileşenlerim gevşeyerek kendilerini rölantiye aldılar. Kazanılmış zaferlerin, vakit geçirmeksizin gezegen yönetimine bildirildiğinin ve tüm gezegen tarafından layıkıyla kutlanıldığının bilincindeydim. Biraz sonra başlayacak bu büyük kutlamada olamayışımın burukluğu içimi kaplasa da , gezegenimizde pek nadir görülen bu duruma sebep olduğum için bir parça gururluydum. Ta ki "Peki, sen ne düşünüyorsun bu konuda" kodunu duyana kadar. Rölantide olan bütün sistemler emergency koduyla tam kapasitede çalışmaya başladılar.  Gelen bilgiler gezegende kutlamaların ertelendiğini haber veriyorlardı. Bir şeyler bulmam lazımdı ama ne? Bu kez bu kadar kolay olmayacaktı beni ele geçirmen. Başka bir yol denemem gerekiyordu. Gülümserken binlerce hafıza kaydını gözden geçirdim. Evet, bunu en son üç buçuk ay önce kullanmıştım ve tam olarak işe yaramıştı. Umarım hatırlamaz diye dua ederek "Ben senin fikirlerine önem veriyorum" dedim. Bu sefer o kadar çabuk çözememiştim durumu, değişik bir şey vardı. Yorganın altına baktım tekrar, başla- bitir- tekrar et tuşları duruyordu. Sana baktım, garip garip bakıyordun hala. Hatırlamış mıydın acaba. Ah, ne olur şu dünyaya gelmeden önce talep ettiğim; diğer gezegendeki altı aylık staja onay verselerdi? Şimdi ne olduğunu anlayabilirdim belki. Bütün duyu ayarlarını en sonuna kadar açtım. Bu ilişkinin hiç bir kısmında bu ayarları kullanmamıştım. Kedi moduna girmek için, o "İşler son raddeye gelmeden kullanma" tuşuna bile bastım ve en şirin halimle "Tatlım"" dedim. Bir iki saniye geçti, yüz ifadende değişik bir şey yoktu. Durdum ben de biraz, bekledim hatta -  hiç beklememiştim bu kadar çok. "Seni seviyorum" dedim, normal işlem prosedüründe olmamasına rağmen. "Ben de" dedin. Başka bir şey demedin. Yorganın altına baktım. Başarısız olduğumu anlamıştım. O ikinci düğmeye bastım. "Ben de" dediğinde aslında ikimiz de biliyorduk bu şeyin bittiğini.

Yorumlar