Bilinmeyen Bir Şey - Bölüm 27

GÜNÜMÜZ

     Sen benim evimsin demişti aradığında S. En huzur bulduğum yerim. Ben evde huzur bulan birisi değilim. Dışarı çıkmayı severim. Öyle doğa yürüyüşü filan değil ama. Özellikle insanların içinde yürümeyi. Mamağın duman kokulu sokaklarında, ya da Ulustaki o insan güruhunda. Oralar rahatlatıyor beynimi. Acelem yokmuş gibi yavaşça yürüyorum. İnsanlar kıllanıyorlar bana haliyle suratlarına bakınca gülerek. Bir kere gözaltında dayak bile yedim, milletvekilinin oğluymuş herhalde incelediğim. Evde dört duvar arasında sıkılıyorum ama genelde, bir şey yazmıyorsam. Şu anda olduğu gibi birilerini beklemek daha çok bunaltıyor beni. Bir zamanlar bir hayalim vardı benim de herkes gibi. Mezar kazıcı olmak istiyordum ben. Öyle son görevi yerine getirmek için filan değil. Bir kere yapmıştım da hem . Westernlerdeki gibi kendi mezarımı kazdırmışlardı hatta. Sonra bir yolunu bulup kurtuldum gerçi. Ama hayatımda bir daha hiçbir zaman o huzuru yaşamadım. Mezar kazmanın huzurunu. Kendi mezarım olmasının etkisi vardır galiba biraz, her şeyin birazdan sona ereceğini bilmenin rahatlığı. Ama sonra bir iki defa daha denedim, benzer rahatlama hissi yine oluştu. Kokusu da güzel mezarlıkların. Mezar kazıcılığından sonra ikinci favori mesleğim, ayakkabı mağazasında servis elemanı olmak değildi tabi. IKEA'daki sosisli sandviç standında kasiyer olmak daha faydalı bir şey bence. Oradan bir şeyler alan bir tane bile mutsuz insan görmedim şimdiye kadar. Etraftaki insanların verdiği enerji yeter sadece mutlu yaşamana. Olmuyor ama her zaman işte. Belki yeni halinde bu dünyanın, benzer meslekler olabilir ve ben de rahata erebilirim. Ben ne dedim peki kıza o laftan sonra. “İyi” Aptalım çünkü. Başka birisi olsa belki üç saat konuşabilirdim bunun üzerine. Ama ona diyemedim başka bir şey. İyi miydi gerçekten bu onu bile bilmiyorum. Bunca sorun varken peki ben niye onu düşünüyordum ki. Bencil insanoğlu gerçekten. Çok az gerçek kahraman var dünyada ve onlardan biri kesinlikle ben değilim. Çoğunlukla korkan insan güruhuna katıldım hayatım boyunca. Konuşamadım suya sabuna dokunan konularda hiç açıkça ve göğsümü gererek. O insanlardan biri mesela, kahraman diye nitelendirilen, hapisteyken ölme pahasına gerçekleri söyleyince bile saklandım ben. Hak etmediğim bir şey yaşıyorum burada da sırf yazarın teki böyle uygun görmüş diye herhalde. Bu yazarı bazıları tanrı diye adlandırıyor, bazıları ise özgür irade. Bir şeylerin iradesi var burada evet ama benim değil, eminim ona. Stranger Than Fiction diye bir film vardı, ikinci defa düşünmeye iten bazı insanları. Hepimizin şu anda başka birisi tarafından yazılan bir kitapta olma olasılığımız yok mu gerçekten. Ve sen benim yazarım, tanrım ya da her neysen, oradaysan bu dediğimi bir kere daha düşünsen iyi edersin. Bir gün senin yazarın da seni öldürmeye karar verebilir. Seni söyleyen şarkılar belki daha karanlık biter bir gün. Büyük kötü kurt domuzlardan sonra senin evine üfleyip başına yıkabilir ve ben nihayet huzur bulduğum yeni dünyamda, yeni mesleğimde mezarını kazan olabilirim hiç bir şey bilmeden. Ya da benim anlattığım bir masaldaki (ben masallar anlatırım, hala bilmeyen varsa beni dinleyenlerin arasında) bir prenses ruhunu şeytana satıp beni sonsuza kadar evde kalmakla lanetleyebilir. O zaman benim de kalem olur evim her erkekte olduğu gibi. Kılıçtan keskin , kağıttan ince hem de. Belki o zaman ben de o kahramanlar gibi korkmadan konuşabilir, her isteğimi söyleyebilirim, hiçbir şeyi düşünmeden. Belki o zaman diğer insanlara yaptığım gibi değil içimden geçen gerçek şeyleri de söyleyebilirim S.'ye. Hala da ismini söylemedi bana kız. Acayip birisi aslında. Belki de benim yazarım, bu dünyanın yazarı, her şeyi bilen insan geçen gün IKEA'da sosisli aldığım çocuktur. Ya da şu bardan çıkarken çarptığım o güzel yabancı kız.

Yorumlar