Bilinmeyen Bir Şey - Bölüm 24






11 GÜN ÖNCE


    Sümer gözlerini açtı. Her sabah gibi tavanın köşesindeki siyah nokta yine rahatsız etti. Hiçbir şey değişmiyordu. Perdeyi açtı. Yağmur yağıyordu, güneş de vardı ama. Hava garip bir turuncuya bürünmüştü. Birkaç gündür garip şeyler olduğunu neden sonra fark etti. Sonra da umursamadı her türk insanı gibi. “Daha kötü ne olabilir “ ile “böyle bir şey için keyfimi bozamam “ mazeret skalası arasında her şeye alışabilirdi türk halkı. O da böyle biriydi sonuçta, türktü. Gurur duymuyordu ama herhangi bir aşağılık kompleksi de yoktu. Sadece türktü işte. 

   “Sümerr” diye bağırdı aşağıdan annesi. Hep merak ederdi niye bu erkek ismine benzeyen şeyi koyduklarını kendisine. Türkle ilgili isimler erkeklerin tekelindeydi zaten, istemezdi kız ismi olsa da. Biraz büyüyünce annesi söylemişti. Her ataerkil ailede olduğu gibi babası istediği ismi koymaya çalışmış, ama annesi onu ortada ikna etmişti. Babasına kalsa ismi Muazzez İlmiye olacaktı. Neyse dedi, beterin beteri var. Zaten insanlara S diyordu sadece. Daha gizemli bir ortam oluşuyordu. Bir sümer daha duyunca, cevap verdi. İstemiyordu annesinin yukarı çıkmasını. Yalnız kalmak istiyordu biraz. “Kahvaltı yapmıycam“ diye bağırdı ve kahvaltı günün en önemli öğünüdür safsatasını duymamak için hemen kapıyı kapattı. 

   Ne olmuştu dün. Bir şey olmuştu ama bilmiyordu. O Gordon denilen adam kırkbeş dakika başka bir yere götürmüştü kendini. Daha önce hissetmediği bir şeydi. O yüzden vermişti belki numarasını. “Dünyanın sonunu seninle yaşamak isterim ve ötesini Candan “demişti bir ara . O kim diye sorunca da saçmalamıştı galiba. Bütün bunlara rağmen vermişti evet telefonunu. Saçma bir şey vardı ve Sümer de kendi isteğiyle dahil olmayı seçmişti dün pide kuyruğunda beklerken. Daha önce de bu kadar abes olmasa da, bazı kötü ilişkiler yaşamıştı Sümer. Şansına hep türklü kişiler çıkmıştı karşısına, Türker, Göktürk, Türkü- hatta bir tanesinin ismi Türkocağı'ydı, artık ailesi ne düşündüyse. Arkadaşları türkolog demeye başlamıştı Sümer'e.

    Ama bu bambaşka bir şeydi – daha başlamadığı. Korkuyordu ama istiyordu böyle deli dolu birine tutulmayı. Gordon ne bile diyememişti. Çok güzel akmıştı muhabbet. Tabletini açtı. Gordon ismini araştırmaya başladı, Gordon Ramsay'den başka bir iki tane futbolcu vardı. Flash Gordon, bir de Gordon Freeman diye bir oyun karakteri. Gerçek adının Gordon olmadığına emindi, ama niye böyle bir isime özeniyordu anlamamıştı. Ararsa ne diyecekti acaba. Açsa mıydı. Böyle bir ilişki yürür müydü o kadar türkten sonra. Karıştı biraz kafası. Bunaldı biraz. Hem kendi numarasını bile vermemişti adam. Peki ya aramazsa? Aramazsa , aramasın diye düşündü. Sonuçta güzel birisiydi. Önemli değildi. Muhtaç değildi kimseye.

    Ama bunları düşünürken içinde de bir şeyler hissediyordu. Bir şeylerin çekildiğini. Farkındaydı aslında içten içe bir daha Gordon'la konuşmazsa hayatında bazı şeylerin artık ona zevk vermeyeceğinin. Dışarı baktı camdan bir daha . Şimdi de sarıya dönmüştü gökyüzü. Gezegen de ülkeyle birlikte yok oluyordu herhalde yavaş yavaş. Ekşi sözlüğü açtı tablette. Dünya yok olurken dinlenecek şarkılar var mı diye baktı. Kıyamet koparken dinlenecekler vardı. It's the end of the world as we know it'i açtı spottify'da. Sıkılıyordu, bir yolunu bulup ulaşması lazımdı Gordon'a, dediği son olabilirdi bu. Ama o da istiyordu, öyle olsa  bile dünyanın sonunu bu adamla geçirmeyi. Ötesi olmasa da. Bu aralar çok zaman geçirmişti dünyanın sonu kavramıyla ilgili. 1 dizi iki film 2 kitap. En çok ama Steve Carrel'ın oynadığı film etkilemişti onu. Şu kırk yıllık bekarın. Sevmezdi normalde ama ağlamıştı o filmde. Kararını vermişti, dünyanın sonu için bir arkadaş ararsa o Gordon'u seçecekti. Neler saçmalıyordu. Kafasını karıştırmıştı işte adam. Bunlar da herkes tarafından bilinen basit doğa olaylarıydı tabi ki de. Bir şey olsa haberlerde görmez miydi. Bir an düşündü daha önceki olan olayları. Görürdü herhalde, sonuçta penguenler de yok olacaklardı dünyanın sonu gelirse. Bir tek hamam böcekleri diye duymuştu bir ara. Sonra fareleri de duymuştu internetten. Pireler de vardı herhalde. Bir tek biz yok olacağız herhalde facebook'a göre diye düşündü sonra. Neyse hamam böcekleri, pireler ve farelerle dolu bir dünyada kalmayı da istemezdi zaten. Olmadı, kafası yine Gordon'a gitti. Unutamıyordu gözlerini. Arayacak mıydı acaba. Birden telefonu çaldı, Zıpladı , koştu telefona. Uff, annesi arıyordu aşağıdan, açtı . 10 dakika kahvaltı ile ilgili bir nutuk dinledikten sonra akşam yemeğine ne istediğini sordu annesi. Kapattı . Dışarı çıkacaktı, belki bir daha görürdü aynı yerde. Bütün post-apkoliptik filmleri hatırladı seyrettiği. Evet yalnız kalmak istemiyordu dünya yok olurken. Hayır yalnız kalmak değil, Gordon'suz kalmak istemiyordu. Kendi kendine güldü. Güzel bir oyundu bu, dünyanın yok olma senaryosuyla gerçek aşkını aramak. Uyuyordu filme. Baktı , daha arayan yoktu. İş başa düşmüştü. Pes eden bir kız değildi Sümer. Aşağıya inerken bağırdı annesine. “ Anne, ben bu akşam dışarıda yiyeceğim.”

Yorumlar