12 GÜN ÖNCE
Türkiye hakkında binlerce kitap okumuş , film seyretmişti . Ama
Esenboğa havaalanına indiğinde herşey değişmişti. Farklı bir
ülkeydi burası gerçekten, ABD ile alakası yoktu. Yok, mağaza
kıyafetler filan değil , farklılık hissi vardı. insanların
yüzleri farklıydı en başta. Amerikada genelde yabancıların
tekelinde olan taksicilik burda gözde bir meslekti mesela. Kendisi
binmeyeceğini anlatana kadar iki taksi şöförü birbirine girmiş,
cengiz han bıyıklı olan diğerini bıçaklamıştı kaşla göz
arasında. Albertin üzerine de yürümeye bağlamıştı ki Samuel
yardımına yetişip bir kafa darbesiyle uzaklaştırdı.
Geç kalsa
da laf etmedi Samuel'e. Samet - alışması lazımdı heralde. "Neerde
" diye sordu. Cevabını almadan bagajda iki bülküm yatan
adamı gördü. Salaktı bu Samuel, Fiat Doblo araçta bagajın
göründüğünü düşünmemişti bile. Umarıım kimse
farketmemiştir diye düşündü. Gerçi arkadaki yazılardan
görülmeyebilirdi. "İstanbulun boğazında değil Ankaranın
ayazında sevdik""Azrail bile ayağıma gelecekse, sen
neyin tribindesin.""Kasko yok muska var ", "Gökte
yıldız olsam ilk sana kayardım" Ne kadar acaip bir adamdı bu
Samet. nasıl görüyordu hem arkayı. Neyse kamuflaj heralde diye
düşünmeyi tercih etti. Uygun bir yer var mı diye sordu. Tahmin
ettiği gibi evine gideceklerdi Sametin Sincan'daki. Yolda giderken
etrafa baktı, yollar güzeldi, duble yol önemli diye düşündü.
Bizde böylesi yok, işte görmek istediğim seviye. Trump gelirse
hayırlısıyla bizim oralar da böyle olacak. Hep yeşil görmekten
sıkılmıştı zaten Alaskadan gelirken, buradaki beton cennetine de
hayran hayran baktı.
Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Samet onu önce
Harikalar Diyarı denilen bir yere getirdi. Saçmalıyordu bu adam
iyice, ama şevkini kırmak da istemiyordu. İstemeye istemeye gezdi.
Ama Pamuk Prenses heykelinin arkasına geçip müstehcen fotoğraf
çektirmek isteyince artık dayanamadı Albert Jong. Bağırış
çağırış evine gittiler Samet'in.
Ayılmaya başlamıştı Gordon
denen adam. Kimdi bu adam. Dün baya araştırmıştı, ama fazla bir
şey yoktu. CIA kadar kaynak ayırmıyordu onlara devlet. İşte bir
iki bankadan aldıkları bilgilerle, annesinin kızlık soyadının
silman olduğunu öğrenebilmişti sadece. Bir de erkek ve müslüman
olduğunu. Gerçek adını bile bulamamışlardı. Gerçi Ankara
belediye başkanının ismini de tam bulamamışlardı zamanında.
İ'yi 15 yıl boyunca İbocan sanmışlardı. Fotoğrafı da ancak Samet baygın halinin resmini çekince elde edebilmişlerdi. İlerde
NDHA'nın başına geçince her şey düzelecek diye düşündü
Albert. Gözlerini araladı Gordon.
"İyi günler bay Freeman,
ya da her neyse adınız. Size verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü
özür dileriz. Bazı çalışanlarımız gereğinden fazla istekli
olabiliyor. Ben ismini vermek istemediğim bir kuruluştan geliyorum.
Mükemmel Türkçemden anlayamasanız da ben türk değilim. Ama
ülkemizde türkiyede bir şeylerin olduğunun farkındayız. Bu
şeylerin göbeğinde de siz varsınız gibi geliyor bana. Lütfen
açıklar mısınız? Neden siz." Anlamamış gibi bakıyordu.
Samet'e döndü bir de sen söyle dediklerimi dedi. "Ben bir şey
anlamadım ki efendim" lafını duyunca ingilizce tekrar etti
sözlerini. Samet çevirmeye başlamadan Gordon konuştu. Neyse ki
ingilizceden türkçeden olduğundan daha fazla anlıyor diye düşündü
Albert.
"Bilmiyorum, sadece bana verilen talimatlar var. Onları
uyguluyorum şimdilik. İşte en son BGM'ye gidip bir zarf almam
söylendi." "Evet biliyoruz" dedi Albert bıyık
altından gülerek. Fırsatı geldiğinde gövde gösterisi yapmayı
çok severdi. "Senin hakkında da her şeyi biliyoruz. annenin
kızlık soyadı silman mesela. Ona göre bize yalan söylemeye
çalışma." " Silman ne bilmiyorum gerçi, ama CIA'e
yalan söylemek gibi bir niyetim yok. Gerçekten iki günden beri
şiirin anlamını çözmeye çalışıyordum. Sanırım anladım
ama. " Kahrolası istihbarat birimi bir kere işe yarasa ne
olurdu sanki. Yine çuvallamışlardı. CIA yapmazdı böyle şeyler.
Herkes CIA'le karıştırıyordu zaten. Bir kere olsun açığa
çıkmak korkusuzca NDHA demek istiyordu bu çok bilmişlere. Ama
olmazdı. "Biz de bazı şeyleri çözdük sanırım, heralde
dünyanın derinliklerine kadar inilmesi gerekiyor, yedinci patojeni
bulmak için. Yedinci oda cehennemin yedinci katını işaret ediyor
heralde. İlahi Komedya hesabı" Böyle işte, keyfi yine yerine
gelmişti. Etkilerdi insanları engin kültürüyle,
"Yo, tamamen farklı bir şey her şey. Bu şiir sadece
şaşırtmaca. ASPAVA ile ilgii burda herşey. Sanırım o
telefondaki adam dünya ile ilgili şeyi yaparken arada biraz da kar
etmek istedi ve beni geliştireceği yeni lahmacun için en acı baharatı
aramakla görevlendirdi. Yedinci patojen de bu olsa gerek. Yeşil
cüce de ASPAVA'nın ambleminde var zaten, işe sarı yeşil ceket
giymiş cüce. Yedinci oda da bunu nerede bulacağıma dair ipucu
sadece. İşte multitasking olayı çok oluyor ne yazık ki
türkiyede." Çok saçma gelmişti, oysa dünya , ankara,
amerika, türkiye, NDHA, hepsi karıştı kafasında. Doğru olabilr
miydi " Peki sayısız ceset , kayıp cennet, j'li kelimeler.
"
İşte adam gizem seviyor sadece biraz heralde. Arkadaş başını
kırmadan önce uğramıştım tam baharatçıya, Ankaranın yedinci
harikası adı, Cennet Patatesi diye bir şey sadece orda varmış
ankarada, aşırı acı bir şey. Götürecektim tam , sizin bu yarma
geldi. J'de siz olabilirsiniz, japon musunuz aslen?" "Düzgün
konuş, dağıtırım Allahıma" " Sakin ol Samuel"
kahretsin " Samet" Böyle olamazdı. Bitemezdi böyle. Bir
şeyler olmak zorundaydı. Ya da fazlaydı kendisi bu ülke için.
Yeni bir başlangıç, yeni bir ülke, yeni bir örgüt. Binlerce şey
geçti o an kafasından. Adam doğru söylüyordu. Anlardı böyle
şeyleri.
"Ben gidiyorum Samet, sen geliyor musun Amerikaya"
dedi. Gözlerine baktığında gelemeyeceğini anladı. "Peki
bırak adamı gitsin işine, sen de artık rapor vermeyi bırak ,
yeni bir hayat yaşa. İyi günler size de Gordon, umarım
istediğinize kavuşursuunuz yakın zamanda." Evden çıktı.
Gördüğü ilk taksi ile havaalanına sonra da alaskaya gidip
istifasını verecekti. Çok hızlı kullanıyor taksi şöförleri
burda arabaları diye düşündü en son, bir taksi ona çarpıp
havaya uçurmadan önce.
Yorumlar
Yorum Gönder