Şubat Ayı Hikaye etkinliği - Başka bir Gün Başka Bir Sonla




Hiç unutmuyorum, onu ilk kez Lozan’da gördüm, hani o Catherine’nin doğum yaptığı hastanede. Frederick’in arkasından beni izliyordu sanki.  Başta dikkat etmedim fazla. Olayın yoğunluğu içindeydim sahnedeki herkes gibi. Ama o çakır gözleri üzerinde hisseden her genç kız gibi ben de takıldım sonra.  Utanıyordum ama bakmadan da duramıyordum. Bir süre sonra sadece onunla ilgilenir olmuştum. Catherine’in ölüm haberi beni kendime getirdi, beklemiyordum.  Frederick’e baktım – benden daha iyi karşılamıştı kaçınılmaz sonu. Bilmiyorum sanki rahatlamış gibiydi. Onu aradım sonra, görmek istedim ölümün hissettirdiklerini gözlerinde. Ama kaybolmuştu, beni o kasvetli havada bırakıp gitmişti. Frederick’in ardından ben de çıktım dışarı. Her yerde aradım sonuna kadar. Yağmur altında tek başıma kalınca ama saçma sapan bir hayal olarak kabullendim her şeyi.

Üç ay sonra St.Petersburg’da çıktı yine karşıma . Marmeladov, Rodion Romanovich’in başını şişiriyordu, ben de farklı değildim tabii. Sıkıntıdan etrafı taramaya başladım. Düşük dereceli memurlar, işsiz güçsüz ayak takımı arasında yine gördüm onu. Bir fahişeyle tartışıyordu galiba. Onu yeniden görmemden çok verdiğim tepkiye şaşırdım aslında başta. Sadece bir rahatlama olmuştu. Tekrar kaçırmak istemiyordum, Raskolnikov’a baktım, kafası başka yerlerdeydi. Müsaade isteyip kalktım, onlarca defa dinlemiştim Marmeladov’un sızlanmalarını. Yan tarafındaki masaya arkam dönük bir şekilde oturdum. Fark etmemişti beni hala, duyabiliyordum ama konuşmalarını. Yüce bir amaçtan bahsediyordu kıza. Kız önemsemiyordu ama. Yarım saat kadar orada oturup konuşmasını dinledim. Gözlerim dolmuştu, o fahişenin yerinde ben olmalıydım. Kız herhalde para çıkaramayacağını anlayınca çıktı gitti meyhaneden, bu da arkasından. Ben de takip etmeye kalktım hemen, tam çıkacakken Rodion çekti beni, bir şeyler söyleyecekmiş özel. Aklım dışarıda, dinler gibi yaptım, anladı galiba- sinirliydi biraz ayrıldığımızda. Bulamadım tabii yine kara oğlanımı.
.
Sonraki karşılaşmamız daha çabuk oldu, şu çılgın Cumartesi partilerinin birindeydik. Şatafat kelimesinin vücut bulmuş hali gibiydi sanki. Beraber geldiğimiz Molly ve Susan çoktan alkol sınırını geçip birilerini bulmuştu. Ben de hala ayık kalabilmiş 4-5 kadınla ev sahibimiz şu gizemli Gatsby hakkında konuşuyordum. Hemen herkesin bir fikri vardı. Birisi Güney Afrika’da elmas madenleri olduğunu söylüyor, diğeri zengin ve dul bir Batı Avrupa soylusu olduğunu iddia ediyordu. Bir tek isminin Daisy olduğunu öğrendiğim kadın hüzünlü ve sessiz bir şekilde bizi dinliyordu. “Southern Comfort alır mısınız?” Bulunduğum andan koptum bu sesi duyduğumda, yan taraftaki senatörlere servis yapıyordu her zamanki sıcaklığıyla, yo her zaman olduğu bir hali yoktu, sadece kendisi vardı. Biliyordum belki bulacağımı onu, bekliyordum ya da için için. Ayrıldım hemen gruptan, kadınların düşüncelerini önemsemeden. Olabildiğince sakar bir hal alıp çarptım ona. Özür üzerine özür dilemeye başladı önce, sonra yüzüme baktı. “Siz” kelimesi çıktı ağzından. O siz hayatımın bundan sonrasını gözlerimin önünden geçirdi sanki bir iki saniye içinde. Tanımıştı beni, kitaplarda bile daha büyük bir mutluluk düşünemiyordum yaşanabilecek. “Siz” dedim ben de durumun garipliğine aldırmadan. Arkadan sinirli sarı saçlı bir adam bağırdı o sırda buna. “Görüşürüz o zaman” deyip gülümsedi. Uzaklaştı, bu kez peşinden gitmedim ama. Bulacağımı biliyordum ne de olsa.
Sonrası rüya gibiydi sanki, bir yere gittiğimde orada olacağını biliyordum, o da benim geleceğimi tahmin edebiliyordu. Bir akşam Cosette’i ekip onun yanına koşuyordum, başka bir gün  Mustafa Mond’un söylevinden kaçıyordu o benim için. İkimiz de isimlerimiz söylememiştik birbirimize. Sadece yaşadığımız ana ilişkin konuşuyorduk, geçmiş yaşamlarımız bizi ilgilenmiyordu. Gerçekten olmamız gereken kişilerdik onunlayken, maskelerimiz yoktu, belki de hayatımda ilk kez rahat hissediyordum kendimi bu kadar. Pequod’daki altıncı gecemizde yıldızlara bakarken onunda aynı şekilde hissettiğini anladım. Öleceğimizi tahmin ediyorduk ama önemsemiyorduk açıkçası , eninde sonunda birbirimizi bulacaktık nasılsa.

Demiryolu işçisinin düştüğü o meşum kazanın ardından istasyondakilere bakıyordum en son.  Anna’nın o soğuk güzelliği o kadar etkilemiş ki fark etmemişim, arkamdan yanaşıp belimi kavramış, kulağıma bir süre ayrı kalacağımızı ama buna değeceğini fısıldamıştı. Niye diyecek oldum, kayboldu hemen sislerin arasında. Aklımda sadece o ıslak öpücük kalmıştı sakız kokulu akşamdan
Bekleyiş günleri başladı ardından. İlk birkaç gün biliyordum olmayacağını, bir umut bakıyordum ama yine etrafa. Sonraları bu bakış arayışa döndüm. Gittiğim yerlerde dikkat etmiyordum fazla ev sahiplerine artık, sadece tanıdık bir siyahlık arıyordu gözlerim. Semerkant, Orta Dünya, Hakkari, yeraltına bile baktım o sulusepken gecede. En çok B-612’den umutluydum,  bilmiyorum orası tam da onun bulunabileceği bir yer olarak gelmişti bana. Yoktu, geleceğini biliyordum ama kafamdaki kötü düşünceleri uzaklaştıramıyordum bir türlü.
Rüyalar başladı derken, gerçek değildi ama mutlu ediyordu hayalimde de olsa konuşmak onunla. Bekle diyordu orada bana düşlerimin erkeği, az kaldı, biraz daha dayan. Sonra karmakarışık imgeler götürüyordu on hayatımdan ya da hayalimden.
Günler geçti, haftalar aylar, bekliyordum hala. Delirme işaretleri başlamıştı sanki. İnsanları seven birisi değilim oldum olası, kitaplar yeterdi normalde bana. Ama etrafımdaki iki üç kişi de kaybolduktan sonra kitap da okuyamaz hale gelmiştim.  Her yerde onu arıyordum, her şey üstüme üstüme geliyordu. Uyku da tutmuyordu artık. Beklemek öldürüyordu beni yavaş yavaş.  Annem de fark etmişti durumumu herhalde, bir doktora götürdü beni.
Gerçek, hayal, illüzyon epey konuştu doktor. Söylediği onca şey arasında aklımda kalan tek şey kafamı boşaltmam gerektiğiydi, şöyle ya da böyle. B defter de oradan çıktı işte Yazmaya başladım, şundan bundan en başlarda. Sonra haliyle ona döndü tüm harfler,  tek tek tüm hücrelerini yazdım aşkımın. Korksun, heyecanını, o güzel gülüşünü, gözünün parlamasını, sinirlenmesini en önemlisi sevgini döktüm kağıda. Tüm hallerini yazdım teker teker, öptüğündeki o ürperti anlaşılıyordu metinde.
Ben yazdıkça belirmeye başladı önümde, evet sözünü tutmuştu nihayet, dönmüştü, beklediğime değmişti de. Artık ömür boyu birlikte olabilecektir. Hem de istediğimiz her yerde, sadece bir adım atman yeter diyordu bana karşımda. Sadece elini ver gidelim buralardan diyordu . Ne yapacağımı biliyordum ben de. Sırf bu an için doğmuştum zaten.  Uzattım elime kendi Darcy’me…

-          Burada bitiyor efendim günlük., kızdan ne  bir iz, ne bir haber var. Buharlaşmış sanki, evden çıkışı da görünmüyor etraftaki kameralarda.  Yazıda geçen eşkâle uyan birisini de bulamadık yakın çevrede. İntihar düşüncesi var tabii, kız biraz oynatmış, anlaşılıyor okuyunca. Ama ben anneden de şüpheleniyorum biraz,  çok gördük böyle cinayetleri. Neyse amirim biz araştırmaya devam ediyoruz.
O sırada başka bir evde
-          Ya baba, bu resimde bir acayiplik var sanki, Lilliput’luya benzemiyor bu ikisi, hem herkes dehşet içindeyken gülüyor bunlar.
-          Ya , saçmalama kızım , nasıl bir hayal gücün var senin. Gulliver işte, ne acayiplik olacak .

Yorumlar