Körleşme Elias Canetti'nin 26 yaşında yazdığı ilk romanı- fazla roman da yazmamış zaten kendisi. Kitle ve İktidar var, yazarın 30 yılını verdiği kitabı, Marakeş'te Sesler
var anlatı. Oyunları ve farklı kitapları da var. Ama yayınlandıktan
sonra Naziler tarafından yasaklanan ve 1981'de yazarın Nobel Edebiyet
Ödülü kazanmasında büyük etkisi olan bu kitap için başyapıtı
diyebiliriz Canetti'nin.
Ülkemizde son zamanlarda popüler olan kitaplar arasında Körleşme (popüler derken Zweig ya da Sebahattin Ali popülaritesinden bahsetmiyorum). Daha çok son dönemde artan Oğuz Atay okurları arasında, Tutumayanlar'a ilham kaynağı olduğu ve kitabın çevrilmesi için Atay'ın özellikle Ahmet Cemal'i ikna ettiği gibi sebepler nedeniyle rağbet görüyor Körleşme'nin, Ulysses benzeri bir metin olması tabii çekiciliğini arttırıyor.
Ulysses benzeri deyince deyince, bahsettiğim çekiciliğinin yanında korku da geliyor, evet zor bir kitap Körleşme. Benim bir yıla yakın bir okuma sürecim oldu – daha çok kendimden kaynaklı sebeplerden. Yazarın tekniğine alışmak epey zaman istiyor. Ahmet Cemal bu açıdan bayağı yardımcı oluyor okura ama. Kamuran Şipal'in Hesse çevirilerini düşününce “Neden bütün Almanca eserleri Ahmet Cemal çevirmiyor?” diye düşünüyor insan.
Tabi böyle meşakkatli bir kitap olunca okuyanların da seviyeleri göze çarpıyor hemen- benimle alakası yok, zaten bir yılda bitirdim ben kitabı- sitedeki Körleşme incelemelerinin büyük bir kısmı üst seviyede, özellikle ayrım yapmadım – okuyunca anlayacağınız gibi çoğu değerli. Duraksadım o yüzden başta bu kitaba farklı bir inceleme yazmakla ilgili. Sonunda en azından görüşlerimi yazmayı düşündüm ve buradayım hala.
Evet, orjinali “die Blendung” olan kitap İngilizceye “Auto-de Fe” (İnanç Hareketi- engizisyoncuların cadıları yakması gibi hareketleri için kullanılıyormuş) olarak çevrilmiş. Aslında iki başlık da uyumlu kitaba, körleşmeyi ya da görmemeyi- görmeyi reddetmeyi belki bir çok farklı şekilde görebiliyoruz kitabın içinde. Ve engizisyonun kitapları, insanları yakması gibi dar kafalı insanlar tarafından yok ediliş var kitapta yine, belki de kitabın sonuna bir gönderme.
Anlatım tarzı bana Teneke Trampet'i çağrıştırdı biraz. (Baktım onu Kamuran Şipal çevirmiş:) Gizli bir saçmalık var yazının içinde, insanın hoşuna giden ufak abartılar. Tanrı anlatıcı kullanılmış genel olarak, ama sürekli insanların içine giriyor bu anlatıcı. İnsanların içine girince 3. tekil şahıs olmasına rağmen onların karakterine bürünüyor, onların hayallerini, planlarını, korkularını, isteklerini, davranışlarını onlarla beraber kuruyoruz biz de kafamızda. Bu sadece ana karakterler için değil kitap içinde geçen herkes için geçerli. Mesela bir restorana gittiğinde ana karakterimiz, garsonun onunla ilgili düşüncelerini, çelişkilerini, gelecek planlarını daha bir çok şeyi garsonun düşünce yapısına göre öğreniyoruz. Ya da “iyi bir aile babası” isimli bölümde kapıcının eşi ve kızını sürekli dövmesini maddenin tabiatı gibi yorumluyoruz adamın kafasının içinde.
Spoiler uyarısını ekleyip devam edeyim. Üç ana bölümden oluşuyor kitap. Bölümleri de oldukça güzel tasarlamış Canetti. İlk bölümün ismi “Dünyasız Bir Kafa” Kitap boyunca takip edeceğimiz ana karakterimiz olan Prof. Peter Kien' i tanıyoruz bu bölümde. Dünyanın en ünlü sinologu (Çin dili ve felsefesi) kendisi. Hayatı kütüphanesindeki 25000 kitaptan oluşuyor. Bencil, insanları sevmeyen kitaplarından başka hiç bir şeye önem vermeyen birisi- Dünyasız bir kafa yani. İlk bölümde hayatına bir kadın giriyor 8 yıl kadar temizlikçi olarak, daha sonra da “Konfüçyus'un çöpçatanlığı” ile eşi olarak.
Burada şunu belirtmek isterim. Kitapta hiçbir karakterle empati kuramıyorsunuz, hemen hepsi kötü insanlar nispeten. Daha doğrusu, emelleri doğrultusunda istediklerini elde etmek için kapasitelerine göre, kendilerince en doğru şeyleri yapan insanlar bunlar ve yaptıkları kötü geliyor bize. Neyse Kien Therese ile evleniyor bir şekilde ve dünyanın sonu başlıyor onun için. Kitaptaki hemen bütün erkeklerde kadınlara düşman bir kafa yapısı var. O dönemdeki toplum yapısını yansıtmak istemiş olabilir diye düşünüyorum Canetti. Evlilikten sonraki o klasik soğuk savaş, normalde olması gerektiğinden daha önce başlıyor bu sevimli ailede. Therese hakimiyetini kurabilmek için her fırsatı değerlendiriyor. Kien düzeninin bozulmaması için tavizler veriyor. Yavaş yavaş odalarını kaybediyor, parasını kaybediyor, dayak yiyor, korunmak için put taklidi yapıyor, bölümün sonunda da evinden ve kütüphanesinden kaçıyor hesap cüzdanı ile birlikte.
İkinci bölüm “Kafasız bir dünya”da dışarıdaki hayatını görüyoruz Kien'in. Bu bölümde Fischerle (Fischer'cik) ön plana çıkıyor onlarca karakter arasında. Amerika'ya gidip Dünya satranç şampiyonu olmak isteyen kambur bir cüce - 1972'de dünya satranç şampiyonu olan Amerikalı Bobby Fischer geldi aklıma haliyle, alakasız da olsa. İkinci bölümde çokça giriyoruz bu zeki ama farklı bir ahlak yapısı sahibi cücenin kafasına. Çeşitli yöntemlerle dolandırıyor Kien'i Fischerle, ilk bölümde başlayan körleşme devam ediyor ve yavaş yavaş deliliğe doğru ilerliyor baş karakterimiz. Bu bölümde -ister sürrealist deyin, ister büyülü gerçeklik -bazı imkansız olgular da var, şapka içinde bir iki kütüphanelik kitap taşımak gibi. Ama dediğim gibi bu kitap hayatın karikatürize edilmiş bir yorumu olduğu için o kadar önemsemiyor insan. Kitapla ilgili yapacağım tek eleştiri de bu bölümde, yazarın bazı kısımları gereksiz bir şekilde uzatması , ya da bana öyle geldi biraz. Özellikle Fischerle'nin bazı bilinç akışları sayfalar sürüyor. Zaten kitabın en uzun bölümü burası olmasına rağmen ilk bölümden daha az şey veriyor totalde.Ama toplumun da en iyi analiz edildiği bölüm burası.
Son bölüm olan , Kafadaki Dünya'da (evlere şenlik karakterimiz polis eskisi kapıcıyı saymazsak) Kien'in psikiyatr kardeşi giriyor kurguya. Belki kitaptaki tek iyi karakter, ama onun da kendine has özellikleri var. Zihinsel körleşmede yolun sonuna gelmiş kardeşinin yanına geliyor. Her şeyi hallediyor ve eski haline döndürüyor, daha doğrusu böyle düşünerek ayrılıyor daha sonra. Bu bölümde iki kardeş arasında geçen diyalog – Kien kardeşini görünce eski ukala haline geri dönüyor hemen- mizojini ağırlıklı olmasına rağmen oldukça etkileyici. Son kısımda kitap ingilizce ismine yakışır bir şekilde sona eriyor.
Kitapta semboller de oldukça önem taşıyor. Mesela Therese (eteğinden dolayı) mavili beyazlı bir midye kabuğuyla ilişkilendirilmiş, Kien kitabın sonuna kadar maviden nefret ediyor bu yüzden, hatta mitoloji ve teolojiden örnekler veriyor kendini haklı çıkarmak için. Başka bir yerde (kendisine para yerine düğme verilen bir dilenciyle ilgili olarak) düğme sembolü öne çıkartılmış.
Körleşme, Ulysses kadar zor bir kitap değil elbette, çoğunlukla insan bilinçlerinde dolaşsa da. Ama bende olduğu gibi uzun bir duraklama dönemine girebiliyorsunuz kitabı okurken. Yine de kitabı bitirdiğinizde bir tatmin olma duygusu, ya da bir nevi tamamlanma hissi oluşuyor insanın içinde. Uzun bir kitap bitirdiğiniz için değil, Körleşme'yi bitirdiğiniz için oluyor bu duygu. Böyle kitaplarla edebiyatın tadına varıyor gerçekten insan. Okunması gereken kitaplardan. Zaten Oğuz Atay'a da güvenemeyeceksek kime güveneceğiz bu hayatta değil mi?
Ülkemizde son zamanlarda popüler olan kitaplar arasında Körleşme (popüler derken Zweig ya da Sebahattin Ali popülaritesinden bahsetmiyorum). Daha çok son dönemde artan Oğuz Atay okurları arasında, Tutumayanlar'a ilham kaynağı olduğu ve kitabın çevrilmesi için Atay'ın özellikle Ahmet Cemal'i ikna ettiği gibi sebepler nedeniyle rağbet görüyor Körleşme'nin, Ulysses benzeri bir metin olması tabii çekiciliğini arttırıyor.
Ulysses benzeri deyince deyince, bahsettiğim çekiciliğinin yanında korku da geliyor, evet zor bir kitap Körleşme. Benim bir yıla yakın bir okuma sürecim oldu – daha çok kendimden kaynaklı sebeplerden. Yazarın tekniğine alışmak epey zaman istiyor. Ahmet Cemal bu açıdan bayağı yardımcı oluyor okura ama. Kamuran Şipal'in Hesse çevirilerini düşününce “Neden bütün Almanca eserleri Ahmet Cemal çevirmiyor?” diye düşünüyor insan.
Tabi böyle meşakkatli bir kitap olunca okuyanların da seviyeleri göze çarpıyor hemen- benimle alakası yok, zaten bir yılda bitirdim ben kitabı- sitedeki Körleşme incelemelerinin büyük bir kısmı üst seviyede, özellikle ayrım yapmadım – okuyunca anlayacağınız gibi çoğu değerli. Duraksadım o yüzden başta bu kitaba farklı bir inceleme yazmakla ilgili. Sonunda en azından görüşlerimi yazmayı düşündüm ve buradayım hala.
Evet, orjinali “die Blendung” olan kitap İngilizceye “Auto-de Fe” (İnanç Hareketi- engizisyoncuların cadıları yakması gibi hareketleri için kullanılıyormuş) olarak çevrilmiş. Aslında iki başlık da uyumlu kitaba, körleşmeyi ya da görmemeyi- görmeyi reddetmeyi belki bir çok farklı şekilde görebiliyoruz kitabın içinde. Ve engizisyonun kitapları, insanları yakması gibi dar kafalı insanlar tarafından yok ediliş var kitapta yine, belki de kitabın sonuna bir gönderme.
Anlatım tarzı bana Teneke Trampet'i çağrıştırdı biraz. (Baktım onu Kamuran Şipal çevirmiş:) Gizli bir saçmalık var yazının içinde, insanın hoşuna giden ufak abartılar. Tanrı anlatıcı kullanılmış genel olarak, ama sürekli insanların içine giriyor bu anlatıcı. İnsanların içine girince 3. tekil şahıs olmasına rağmen onların karakterine bürünüyor, onların hayallerini, planlarını, korkularını, isteklerini, davranışlarını onlarla beraber kuruyoruz biz de kafamızda. Bu sadece ana karakterler için değil kitap içinde geçen herkes için geçerli. Mesela bir restorana gittiğinde ana karakterimiz, garsonun onunla ilgili düşüncelerini, çelişkilerini, gelecek planlarını daha bir çok şeyi garsonun düşünce yapısına göre öğreniyoruz. Ya da “iyi bir aile babası” isimli bölümde kapıcının eşi ve kızını sürekli dövmesini maddenin tabiatı gibi yorumluyoruz adamın kafasının içinde.
Spoiler uyarısını ekleyip devam edeyim. Üç ana bölümden oluşuyor kitap. Bölümleri de oldukça güzel tasarlamış Canetti. İlk bölümün ismi “Dünyasız Bir Kafa” Kitap boyunca takip edeceğimiz ana karakterimiz olan Prof. Peter Kien' i tanıyoruz bu bölümde. Dünyanın en ünlü sinologu (Çin dili ve felsefesi) kendisi. Hayatı kütüphanesindeki 25000 kitaptan oluşuyor. Bencil, insanları sevmeyen kitaplarından başka hiç bir şeye önem vermeyen birisi- Dünyasız bir kafa yani. İlk bölümde hayatına bir kadın giriyor 8 yıl kadar temizlikçi olarak, daha sonra da “Konfüçyus'un çöpçatanlığı” ile eşi olarak.
Burada şunu belirtmek isterim. Kitapta hiçbir karakterle empati kuramıyorsunuz, hemen hepsi kötü insanlar nispeten. Daha doğrusu, emelleri doğrultusunda istediklerini elde etmek için kapasitelerine göre, kendilerince en doğru şeyleri yapan insanlar bunlar ve yaptıkları kötü geliyor bize. Neyse Kien Therese ile evleniyor bir şekilde ve dünyanın sonu başlıyor onun için. Kitaptaki hemen bütün erkeklerde kadınlara düşman bir kafa yapısı var. O dönemdeki toplum yapısını yansıtmak istemiş olabilir diye düşünüyorum Canetti. Evlilikten sonraki o klasik soğuk savaş, normalde olması gerektiğinden daha önce başlıyor bu sevimli ailede. Therese hakimiyetini kurabilmek için her fırsatı değerlendiriyor. Kien düzeninin bozulmaması için tavizler veriyor. Yavaş yavaş odalarını kaybediyor, parasını kaybediyor, dayak yiyor, korunmak için put taklidi yapıyor, bölümün sonunda da evinden ve kütüphanesinden kaçıyor hesap cüzdanı ile birlikte.
İkinci bölüm “Kafasız bir dünya”da dışarıdaki hayatını görüyoruz Kien'in. Bu bölümde Fischerle (Fischer'cik) ön plana çıkıyor onlarca karakter arasında. Amerika'ya gidip Dünya satranç şampiyonu olmak isteyen kambur bir cüce - 1972'de dünya satranç şampiyonu olan Amerikalı Bobby Fischer geldi aklıma haliyle, alakasız da olsa. İkinci bölümde çokça giriyoruz bu zeki ama farklı bir ahlak yapısı sahibi cücenin kafasına. Çeşitli yöntemlerle dolandırıyor Kien'i Fischerle, ilk bölümde başlayan körleşme devam ediyor ve yavaş yavaş deliliğe doğru ilerliyor baş karakterimiz. Bu bölümde -ister sürrealist deyin, ister büyülü gerçeklik -bazı imkansız olgular da var, şapka içinde bir iki kütüphanelik kitap taşımak gibi. Ama dediğim gibi bu kitap hayatın karikatürize edilmiş bir yorumu olduğu için o kadar önemsemiyor insan. Kitapla ilgili yapacağım tek eleştiri de bu bölümde, yazarın bazı kısımları gereksiz bir şekilde uzatması , ya da bana öyle geldi biraz. Özellikle Fischerle'nin bazı bilinç akışları sayfalar sürüyor. Zaten kitabın en uzun bölümü burası olmasına rağmen ilk bölümden daha az şey veriyor totalde.Ama toplumun da en iyi analiz edildiği bölüm burası.
Son bölüm olan , Kafadaki Dünya'da (evlere şenlik karakterimiz polis eskisi kapıcıyı saymazsak) Kien'in psikiyatr kardeşi giriyor kurguya. Belki kitaptaki tek iyi karakter, ama onun da kendine has özellikleri var. Zihinsel körleşmede yolun sonuna gelmiş kardeşinin yanına geliyor. Her şeyi hallediyor ve eski haline döndürüyor, daha doğrusu böyle düşünerek ayrılıyor daha sonra. Bu bölümde iki kardeş arasında geçen diyalog – Kien kardeşini görünce eski ukala haline geri dönüyor hemen- mizojini ağırlıklı olmasına rağmen oldukça etkileyici. Son kısımda kitap ingilizce ismine yakışır bir şekilde sona eriyor.
Kitapta semboller de oldukça önem taşıyor. Mesela Therese (eteğinden dolayı) mavili beyazlı bir midye kabuğuyla ilişkilendirilmiş, Kien kitabın sonuna kadar maviden nefret ediyor bu yüzden, hatta mitoloji ve teolojiden örnekler veriyor kendini haklı çıkarmak için. Başka bir yerde (kendisine para yerine düğme verilen bir dilenciyle ilgili olarak) düğme sembolü öne çıkartılmış.
Körleşme, Ulysses kadar zor bir kitap değil elbette, çoğunlukla insan bilinçlerinde dolaşsa da. Ama bende olduğu gibi uzun bir duraklama dönemine girebiliyorsunuz kitabı okurken. Yine de kitabı bitirdiğinizde bir tatmin olma duygusu, ya da bir nevi tamamlanma hissi oluşuyor insanın içinde. Uzun bir kitap bitirdiğiniz için değil, Körleşme'yi bitirdiğiniz için oluyor bu duygu. Böyle kitaplarla edebiyatın tadına varıyor gerçekten insan. Okunması gereken kitaplardan. Zaten Oğuz Atay'a da güvenemeyeceksek kime güveneceğiz bu hayatta değil mi?
Yorumlar
Yorum Gönder