Anna Karenina'nın başında "Mutlu Aileler birbirine benzer, ama her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir" der Tolstoy. Ama mutlu bir ailenin içindeki mutsuz bir bireyi anlayamaz Tolstoy hiç. Gerçi kendisi ilerleyen yaşında mutsuz bir aile oluşumuna katkıda bulunmuşsa da kendi tarzında, o ölünce ailesindeki herkes mutlu olmuştur eminim. Sevmem fazla Tolstoy'u, çok okuduğumdan değil- gereksiz bir antipati. Kötü adamları, ya da Dostoyevski'yi daha çok severim ben. Daha bir gerçek, daha bir samimi gibi gelir, bilgiç maskeler ardına saklanmayı sevmez benim gibi. Levin olmak için çabalamaz, Vronsky de olamaz- bir parça Stiva bir parça Raskolnikov'dur o - saklamak için çaba da göstermez. Ne gerek vardı peki böyle bir yazının başında bu karşılaştırmaya? Mutlu bir ailede mutsuz insanlar nasıl olabilir diye düşünmeye başlamıştı oysa herkes. Denizdeki dalga gibi belki. Evliliklerdeki dalgalar neyle alakalıdır ki? Dalgaların büyüklüğüyle mi, evliliğin sağlamlığıyla mı? Fazla bilen olmaz ama sadece kişilerle ilgilidir bu dediğim, bireylerle. Bir birey ne kadar... ne kadar birey olabilir ki evlilikte bir insan? Belki de haklıdır Tolstoy yalnızlar garına düşmesine rağmen. Evliliğin süpermeni bile olsak mutsuzsak belki, diğerleri de tahmin ettiğimiz kadar mutlu değildir. O bildiğimiz şarkı, aslında hiç fark etmediğimiz bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır bize. Başka bir lunaparkta, başka insanlarda eğlenmek de yazılabilirdi kaderimizde, o başka kararı verebilseydik eğer. Ama o başka lunaparktaki mutlu ailenin içindeki mutsuz insan olamayacağını kimse bilemez elbette. Her şeye baştan başlayalım isterseniz deyip her şeyi özele indirgemek de bir yöntem elbette, ama bana göre değil hiç. Yuvarlak, boş cümlelerle konuşmak huyumdur hep, tutulmak bir de ne olduğu belirsiz Hint tanrıçalarına, sürekli değiştirmek güneşimi. İçinden gelene cesaret edemiyor ne olursa insan yukarıdaki evliliklerin birindeyse. Tolstoy'un mutsuz evliliklerinde çok kolay her şey. Nasıl tanrı Fiat Lux dediyse, siz de bit diyorsunuz ve kolaylıkla bitiyor her şey. Peki mutlu olduğu sanılan şeyler nasıl bitecek, nasıl alınacak o sorumluluk. Nasıl olunacak gerçek kötü? İnsafsız olmak için doğmadım ki bu gece yarısı. Özgür olmanın da bir bedeli var, yok bu değildi belki söylemek istediğim. Özgür olmanın da bir sırası var. Yo, en iyisi, özgür olmanın alemi yok bu saatte. Oturmak lazım her mantıklı ve tutsak erkek gibi geceleri kendinden beklenen yerde. Rüyalar yeter özgür olmak için. Bir de kulaklıkla bilgisayar başında geçirilen kısıtlı saatler. Tolstoy zamanında bilgisayar olsaydı kaçar mıydı evden acep yine de? Hangisi daha iyi peki Fyodor, en iyisini sen bilirsin sonuçta. Tolstoy bile hayran Alyoşa'ya. Kabullenmek mi gerekiyor var olanı, razı olup sanal mutluluğa? İstediğini yapamamak mı gerekli bozmamak için büyük oyunu? Aslında parçası olmak oyunun, öğrensek nasıl oynanması gerektiğini, akıl hastanesine kapatsak içindeki tüm deliliği, yakışmaz belki deli Dostoyevskiye ama Tolstoy olmak lazım biraz belki, Levin olmak o kalıba nasıl gireceğini bilmesek de. Derme çatma duygularla nereye gidilebilir ki zaten? Dünya denilen şeyin üstünde yaşanan şeyler o kadar birbirine benziyor ki. Neden o kahraman öyküleri arasına girmek zorunda ki hikayemiz? Mutlu hikayeler arasında kalsa olmaz mı? O hikayeleri kimse sorgulamıyor ki hem. Basit olmak yeter bana aslında. Hep olduğumdan basit görünmek istedim- olmadı ama belki başabilirim bu kez. Peki sen, kırık kalpler sokağında dinleyip bu yazıyı okuyan sevgili okuyucu, en başından beri kaç kez ayıpladın beni. Kaç kez o mutlu ailenin içinde olmayı diledin. Kaç kez emin oldun benimle aynı şeyleri yaşamayacağından? Eski şeyler ve yeni şeyler var insan hayatında, belki bir de hep yeni olarak kalacak eski şeyler. Onlar insanın kendisinde saklı kalıyor ama, ara sıra koyuyor film makinesine seyrediyor, iç çekiyor, sonbahar oluyor, yapraklar düşüyor, hala mutlu taklidi yapıyor insan. Her şey deniz gibi olsa ne güzel olacak oysa, dalgalara bıraksak kendimizi, kör kaldığımız yerde beynimiz yerine kalbimizin devreye girse. Deniz hislerdir biraz, ben uzaklaştım ama galiba denizden artık. Dostoyevski de sevmiyor beni artık, kara kalemler artık sadece başkalarının hayatlarını resmediyor. Neyse ki mutluyum ben, başka bir şey yazamayacak kadar mutlu.
Anna Karenina'nın başında "Mutlu Aileler birbirine benzer, ama her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir" der Tolstoy. Ama mutlu bir ailenin içindeki mutsuz bir bireyi anlayamaz Tolstoy hiç. Gerçi kendisi ilerleyen yaşında mutsuz bir aile oluşumuna katkıda bulunmuşsa da kendi tarzında, o ölünce ailesindeki herkes mutlu olmuştur eminim. Sevmem fazla Tolstoy'u, çok okuduğumdan değil- gereksiz bir antipati. Kötü adamları, ya da Dostoyevski'yi daha çok severim ben. Daha bir gerçek, daha bir samimi gibi gelir, bilgiç maskeler ardına saklanmayı sevmez benim gibi. Levin olmak için çabalamaz, Vronsky de olamaz- bir parça Stiva bir parça Raskolnikov'dur o - saklamak için çaba da göstermez. Ne gerek vardı peki böyle bir yazının başında bu karşılaştırmaya? Mutlu bir ailede mutsuz insanlar nasıl olabilir diye düşünmeye başlamıştı oysa herkes. Denizdeki dalga gibi belki. Evliliklerdeki dalgalar neyle alakalıdır ki? Dalgaların büyüklüğüyle mi, evliliğin sağlamlığıyla mı? Fazla bilen olmaz ama sadece kişilerle ilgilidir bu dediğim, bireylerle. Bir birey ne kadar... ne kadar birey olabilir ki evlilikte bir insan? Belki de haklıdır Tolstoy yalnızlar garına düşmesine rağmen. Evliliğin süpermeni bile olsak mutsuzsak belki, diğerleri de tahmin ettiğimiz kadar mutlu değildir. O bildiğimiz şarkı, aslında hiç fark etmediğimiz bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır bize. Başka bir lunaparkta, başka insanlarda eğlenmek de yazılabilirdi kaderimizde, o başka kararı verebilseydik eğer. Ama o başka lunaparktaki mutlu ailenin içindeki mutsuz insan olamayacağını kimse bilemez elbette. Her şeye baştan başlayalım isterseniz deyip her şeyi özele indirgemek de bir yöntem elbette, ama bana göre değil hiç. Yuvarlak, boş cümlelerle konuşmak huyumdur hep, tutulmak bir de ne olduğu belirsiz Hint tanrıçalarına, sürekli değiştirmek güneşimi. İçinden gelene cesaret edemiyor ne olursa insan yukarıdaki evliliklerin birindeyse. Tolstoy'un mutsuz evliliklerinde çok kolay her şey. Nasıl tanrı Fiat Lux dediyse, siz de bit diyorsunuz ve kolaylıkla bitiyor her şey. Peki mutlu olduğu sanılan şeyler nasıl bitecek, nasıl alınacak o sorumluluk. Nasıl olunacak gerçek kötü? İnsafsız olmak için doğmadım ki bu gece yarısı. Özgür olmanın da bir bedeli var, yok bu değildi belki söylemek istediğim. Özgür olmanın da bir sırası var. Yo, en iyisi, özgür olmanın alemi yok bu saatte. Oturmak lazım her mantıklı ve tutsak erkek gibi geceleri kendinden beklenen yerde. Rüyalar yeter özgür olmak için. Bir de kulaklıkla bilgisayar başında geçirilen kısıtlı saatler. Tolstoy zamanında bilgisayar olsaydı kaçar mıydı evden acep yine de? Hangisi daha iyi peki Fyodor, en iyisini sen bilirsin sonuçta. Tolstoy bile hayran Alyoşa'ya. Kabullenmek mi gerekiyor var olanı, razı olup sanal mutluluğa? İstediğini yapamamak mı gerekli bozmamak için büyük oyunu? Aslında parçası olmak oyunun, öğrensek nasıl oynanması gerektiğini, akıl hastanesine kapatsak içindeki tüm deliliği, yakışmaz belki deli Dostoyevskiye ama Tolstoy olmak lazım biraz belki, Levin olmak o kalıba nasıl gireceğini bilmesek de. Derme çatma duygularla nereye gidilebilir ki zaten? Dünya denilen şeyin üstünde yaşanan şeyler o kadar birbirine benziyor ki. Neden o kahraman öyküleri arasına girmek zorunda ki hikayemiz? Mutlu hikayeler arasında kalsa olmaz mı? O hikayeleri kimse sorgulamıyor ki hem. Basit olmak yeter bana aslında. Hep olduğumdan basit görünmek istedim- olmadı ama belki başabilirim bu kez. Peki sen, kırık kalpler sokağında dinleyip bu yazıyı okuyan sevgili okuyucu, en başından beri kaç kez ayıpladın beni. Kaç kez o mutlu ailenin içinde olmayı diledin. Kaç kez emin oldun benimle aynı şeyleri yaşamayacağından? Eski şeyler ve yeni şeyler var insan hayatında, belki bir de hep yeni olarak kalacak eski şeyler. Onlar insanın kendisinde saklı kalıyor ama, ara sıra koyuyor film makinesine seyrediyor, iç çekiyor, sonbahar oluyor, yapraklar düşüyor, hala mutlu taklidi yapıyor insan. Her şey deniz gibi olsa ne güzel olacak oysa, dalgalara bıraksak kendimizi, kör kaldığımız yerde beynimiz yerine kalbimizin devreye girse. Deniz hislerdir biraz, ben uzaklaştım ama galiba denizden artık. Dostoyevski de sevmiyor beni artık, kara kalemler artık sadece başkalarının hayatlarını resmediyor. Neyse ki mutluyum ben, başka bir şey yazamayacak kadar mutlu.
Yorumlar
Yorum Gönder