Kabuk Adam Aslı Erdoğan'ın ilk kitabı, roman, kısa roman, uzun öykü ya
da novella olarak nitelendirilebilir. Kahramanı,tıpkı yazarın zamanında
yaptığı gibi, yurt dışında fizik eğitimine devam eden ve bırakmayı
düşünen genç bir kadın. Zaten birinci tekil şahıs açısından anlatıldığı
için, ismini öğrenmiyoruz hiç. Böyle olunca da yazarın kendi hayatından
esinlendiği fikri kitabın başından itibaren hiç aklımızdan çıkmıyor. Bir
de, yazılan ilk roman hep yazardan bir şeyler taşır, diye bir söz
hatırlıyorum hayal meyal. Acaba Aslı Erdoğan'ın da bir kabuk adamı var
mı, bunlar bir şekilde gerçekten yaşandı mı, gibi fuzuli şeyleri
bırakarak romana başlayalım isterseniz.
"Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar." vurucu cümlesiyle başlıyor kitap. Kitap boyunca bir çok güzel cümle var bunun gibi. Okyanus betimlemeleri, korkusunu anlattığı yerler, güzel tespitler ya da tek tek anlatmayayım, kitap içinde bir çok yerde nasıl da güzel yazmış diyeceğiniz cümleler var. Burada kişisel bir görüşümü belirtmeden geçemeyeceğim. Mesela "Insanlığın en üretken ama aynı zamanda insana karşı en duyarsız kurumundaydım ve yanlış toprağa ekilmiş bir bitki gibi hızla kuruyordum " bunun gibi güzel betimlemelerle dolu kitap. Yazar kelimeleri gerçekten usta bir silahşörün tabancasını kullandığı gibi kullanıyor. Alıntılar da gösteriyor bunu kitaptan yapılan. Ama ben sıkılıyorum bir süre sonra bunlardan. “Aa, ne kadar güzel, aa bu da güzel, evet bu da güzel” cümleleri sonsuza kadar gidemiyor bende ne yazık ki. Belki de Nazan Bekiroğlu'nun kitabından bu kadar kolay sıkılmamım sebebi de budur. Kıyaslamıyorum kat'iyen, farklı kulvarlar. Ama hikayelerde değer arttıran bir öge olan bu metaforlar, romana gelince güzel ayrıntılar olmaktan öteye gidemiyor bence.
Biraz spoiler olacak haliyle, herkesin bu kadar beğendiği bir kitaba neden uzak kaldığımı başka türlü açıklayamam çünkü. Yazarımız, ya da kahramanımız, yurt dışında geçirdiği bunaltıcı fizik eğitimin bir bölümünde (yüksek lisans ya da doktora bilmiyorum), Karayiplerde küçük bir Amerikan adasındaki yaz seminerlerine balıklama atlıyor, ortamdan bir nebze uzaklaşmak için. Kendisi tam anlamıyla asi bir kadın. Kötü bir çocukluk geçirmiş, tecavüze uğramış daha sonra, intihar girişiminde bulunmuş. Adadaki lüks bir otelde başlıyor eğitimlere ve burasının da disiplin açısından, okuldan çok da farklı olmadığını anlıyor. (Bkz: "Hapishane, savaş gibi deneyimlerden geçenlerin iyi bildiği bir savunmadır bu, gerçeği bütünüyle kavramaktan, gelecekten isteklerde bulunmaktan vazgeçmek, yalnızca bir sonraki saati hedefleyerek yaşamak")
İlk kısımlardaki ana tema, kahramanımızın korkunç geçmişi (ki ayrıntılarını öğrendiğimizde okuduğumuz bir çok kitaba göre yavan kalıyor), umutsuzluğu, bıkkınlığı ve kabuk adamın hayatına kattığı korku, huzur, büyü ve bilinmezlik karışımı bir şeyler. Otuzuncu sayfaya kadar acaba nasıl birisi bu kabuk adam beklentisine giriyoruz, hemen hemen her sayfada kendisi yaratıyor yazarın bu beklentiyi. Olabilecek en karanlık aynı zamanda en romantik olayların oluşmasını bekliyoruz.
Dediğim gibi kitabın başında "bir adam tanıdım, hayatım değişti" tarzı var hep ve biz de o adamı tanımaya başlıyoruz nihayet, kısa boylu, çirkin, meteliğe kurşun atan bir deniz kabuğu satıcısı bu adam (Kabuk Adam). Geçmişinde bir çok karanlık şey var (ki öğrenince bu karanlık şeyler de biraz yavan geldi bana). Kahramanımız (yazar dememeye özen gösteriyorum) iyi niyetli bir Türk olduğu için ilgi gösteriyor bu adama, adam da aşık oluyor hemen kendisine anladığım kadarıyla. Ama kahramanımız anlayamıyor tam, sürekli bir korku içinde. Bir şeyler hissediyor adama karşı- ne olduğunu anlayamıyor ama, dehşet de var içinde tutku da. Hatta tecavüze uğrayacağını veya öldürüleceğini bile bile adamı takip ediyor. Bunların hiçbiri olmuyor ama. Bir de kitabın başından sonuna kadar adanın aşırı tehlikeli bir yer olduğunu vurguluyor yazar ama nedense kitapta herhangi bir cinayet kavga, tecavüz ya da başka bir adli olay gerçekleşmiyor.
Neyse cesur kahramanımız, kabuk adam kendisine herhangi bir saldırıda bulunmayınca adama daha bir ısınıyor, bir nevi aşık oluyor ama bilmiyor ne olduğunu aslında. Kabuk adam göze girmek için her şeyi denese de arkadaş olmanın ötesine geçemiyor. İçini döküyor kızımız adama, ama birlikte olamayacağını da söylüyor.
Adadan gidene kadar ara sıra görüşüyorlar. Bu arada iki-üç adalıyla daha birlikte oluyor kahramanımız, cinsel birliktelik değil ama. Yaşadığı tecavüz dolayısıyla bu hislerinin köreldiğini söylüyor kahramanımız, ara sıra bazı uyanışlar yaşasa da.
Adadan ayrılana kadar bir çok tehlikeli ortama giriyor fizikçi, yazar, asi kızımız ve ayrılmadan önce kabuk adamı istemeden de olsa aşağılıyor. Sonra da ben ne yaptım diye kendini bırakıyor tamamen, fiziği bırakıyor, adamı idol haline getiriyor ve bitiyor kitap.
Kötü bir kitap değil kesinlikle, akıcı, kolay okunuyor, çarpıcı tespitler, mükemmel betimlemeler, bizim hikaye etkinliğimizdeki gibi bir kaybediş var. Kabuk adamdan çok kendini kaybediyor ama yazar. Kitabı adeta yaşadıklarını söylüyorlar bazı okurlar, ben aynı şeyleri hisedemedim ama. Kahramanı hayatın sillesini yemiş bir kadın olarak da görebilirdim şımarık bir kız olarak da. Nedense ben ikincisini tercih ettim. Yeterince samimi gelmedi bana yazar bilmiyorum neden. Erkek olduğumdan, duygusuz olduğumdan , ya da bir çok sebepten olabilir. Zaten diğer incelemelere baktığımda kendimden utandım biraz, bu insanların gördüğü şeyleri ben neden anlayamadım diye.
Belki de doğru zaman olmayabilir. Bazen doğru anlarda Kapital bile içinizdeki duyguları alt üst edebilir, bazen de ne bileyim "Eternal Sunshine" gibi bir film akşam haberleri sıkıclığı yaratabilir. Her şey doğru zamanla, doğru anla ilgili. Aşk da böyle bir şey belki. Kahramanımız da uygun ruh halinde olmasa, doğru anı yakalamasa belki sadece başka bir Karayipli olarak kalacaktı kabuk adam hatırlamayacağı.
Neyse uzun ve karışık bir yazı oldu. Kafam da karışık. Bazılarının dediği gibi yazarı Oğuz Atay'la kıyaslayamam kesinlikle.Ama gözümü de karartmadım. Mucizevi Mandarin'i okurum gibi geliyor ileride, hikaye yazarlığına daha fazla uyum sağlayabilirim Aslı Erdoğan'ın belki. Sadece buradaki incelemelerin çoğuna hakim olan, başkalaşma, yabancılaşma, kendini yeniden bulma ve binlerce duyguyu uyandırmadı bende bu kitap.Umarım sizde uyandırır.
"Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar." vurucu cümlesiyle başlıyor kitap. Kitap boyunca bir çok güzel cümle var bunun gibi. Okyanus betimlemeleri, korkusunu anlattığı yerler, güzel tespitler ya da tek tek anlatmayayım, kitap içinde bir çok yerde nasıl da güzel yazmış diyeceğiniz cümleler var. Burada kişisel bir görüşümü belirtmeden geçemeyeceğim. Mesela "Insanlığın en üretken ama aynı zamanda insana karşı en duyarsız kurumundaydım ve yanlış toprağa ekilmiş bir bitki gibi hızla kuruyordum " bunun gibi güzel betimlemelerle dolu kitap. Yazar kelimeleri gerçekten usta bir silahşörün tabancasını kullandığı gibi kullanıyor. Alıntılar da gösteriyor bunu kitaptan yapılan. Ama ben sıkılıyorum bir süre sonra bunlardan. “Aa, ne kadar güzel, aa bu da güzel, evet bu da güzel” cümleleri sonsuza kadar gidemiyor bende ne yazık ki. Belki de Nazan Bekiroğlu'nun kitabından bu kadar kolay sıkılmamım sebebi de budur. Kıyaslamıyorum kat'iyen, farklı kulvarlar. Ama hikayelerde değer arttıran bir öge olan bu metaforlar, romana gelince güzel ayrıntılar olmaktan öteye gidemiyor bence.
Biraz spoiler olacak haliyle, herkesin bu kadar beğendiği bir kitaba neden uzak kaldığımı başka türlü açıklayamam çünkü. Yazarımız, ya da kahramanımız, yurt dışında geçirdiği bunaltıcı fizik eğitimin bir bölümünde (yüksek lisans ya da doktora bilmiyorum), Karayiplerde küçük bir Amerikan adasındaki yaz seminerlerine balıklama atlıyor, ortamdan bir nebze uzaklaşmak için. Kendisi tam anlamıyla asi bir kadın. Kötü bir çocukluk geçirmiş, tecavüze uğramış daha sonra, intihar girişiminde bulunmuş. Adadaki lüks bir otelde başlıyor eğitimlere ve burasının da disiplin açısından, okuldan çok da farklı olmadığını anlıyor. (Bkz: "Hapishane, savaş gibi deneyimlerden geçenlerin iyi bildiği bir savunmadır bu, gerçeği bütünüyle kavramaktan, gelecekten isteklerde bulunmaktan vazgeçmek, yalnızca bir sonraki saati hedefleyerek yaşamak")
İlk kısımlardaki ana tema, kahramanımızın korkunç geçmişi (ki ayrıntılarını öğrendiğimizde okuduğumuz bir çok kitaba göre yavan kalıyor), umutsuzluğu, bıkkınlığı ve kabuk adamın hayatına kattığı korku, huzur, büyü ve bilinmezlik karışımı bir şeyler. Otuzuncu sayfaya kadar acaba nasıl birisi bu kabuk adam beklentisine giriyoruz, hemen hemen her sayfada kendisi yaratıyor yazarın bu beklentiyi. Olabilecek en karanlık aynı zamanda en romantik olayların oluşmasını bekliyoruz.
Dediğim gibi kitabın başında "bir adam tanıdım, hayatım değişti" tarzı var hep ve biz de o adamı tanımaya başlıyoruz nihayet, kısa boylu, çirkin, meteliğe kurşun atan bir deniz kabuğu satıcısı bu adam (Kabuk Adam). Geçmişinde bir çok karanlık şey var (ki öğrenince bu karanlık şeyler de biraz yavan geldi bana). Kahramanımız (yazar dememeye özen gösteriyorum) iyi niyetli bir Türk olduğu için ilgi gösteriyor bu adama, adam da aşık oluyor hemen kendisine anladığım kadarıyla. Ama kahramanımız anlayamıyor tam, sürekli bir korku içinde. Bir şeyler hissediyor adama karşı- ne olduğunu anlayamıyor ama, dehşet de var içinde tutku da. Hatta tecavüze uğrayacağını veya öldürüleceğini bile bile adamı takip ediyor. Bunların hiçbiri olmuyor ama. Bir de kitabın başından sonuna kadar adanın aşırı tehlikeli bir yer olduğunu vurguluyor yazar ama nedense kitapta herhangi bir cinayet kavga, tecavüz ya da başka bir adli olay gerçekleşmiyor.
Neyse cesur kahramanımız, kabuk adam kendisine herhangi bir saldırıda bulunmayınca adama daha bir ısınıyor, bir nevi aşık oluyor ama bilmiyor ne olduğunu aslında. Kabuk adam göze girmek için her şeyi denese de arkadaş olmanın ötesine geçemiyor. İçini döküyor kızımız adama, ama birlikte olamayacağını da söylüyor.
Adadan gidene kadar ara sıra görüşüyorlar. Bu arada iki-üç adalıyla daha birlikte oluyor kahramanımız, cinsel birliktelik değil ama. Yaşadığı tecavüz dolayısıyla bu hislerinin köreldiğini söylüyor kahramanımız, ara sıra bazı uyanışlar yaşasa da.
Adadan ayrılana kadar bir çok tehlikeli ortama giriyor fizikçi, yazar, asi kızımız ve ayrılmadan önce kabuk adamı istemeden de olsa aşağılıyor. Sonra da ben ne yaptım diye kendini bırakıyor tamamen, fiziği bırakıyor, adamı idol haline getiriyor ve bitiyor kitap.
Kötü bir kitap değil kesinlikle, akıcı, kolay okunuyor, çarpıcı tespitler, mükemmel betimlemeler, bizim hikaye etkinliğimizdeki gibi bir kaybediş var. Kabuk adamdan çok kendini kaybediyor ama yazar. Kitabı adeta yaşadıklarını söylüyorlar bazı okurlar, ben aynı şeyleri hisedemedim ama. Kahramanı hayatın sillesini yemiş bir kadın olarak da görebilirdim şımarık bir kız olarak da. Nedense ben ikincisini tercih ettim. Yeterince samimi gelmedi bana yazar bilmiyorum neden. Erkek olduğumdan, duygusuz olduğumdan , ya da bir çok sebepten olabilir. Zaten diğer incelemelere baktığımda kendimden utandım biraz, bu insanların gördüğü şeyleri ben neden anlayamadım diye.
Belki de doğru zaman olmayabilir. Bazen doğru anlarda Kapital bile içinizdeki duyguları alt üst edebilir, bazen de ne bileyim "Eternal Sunshine" gibi bir film akşam haberleri sıkıclığı yaratabilir. Her şey doğru zamanla, doğru anla ilgili. Aşk da böyle bir şey belki. Kahramanımız da uygun ruh halinde olmasa, doğru anı yakalamasa belki sadece başka bir Karayipli olarak kalacaktı kabuk adam hatırlamayacağı.
Neyse uzun ve karışık bir yazı oldu. Kafam da karışık. Bazılarının dediği gibi yazarı Oğuz Atay'la kıyaslayamam kesinlikle.Ama gözümü de karartmadım. Mucizevi Mandarin'i okurum gibi geliyor ileride, hikaye yazarlığına daha fazla uyum sağlayabilirim Aslı Erdoğan'ın belki. Sadece buradaki incelemelerin çoğuna hakim olan, başkalaşma, yabancılaşma, kendini yeniden bulma ve binlerce duyguyu uyandırmadı bende bu kitap.Umarım sizde uyandırır.
Yorumlar
Yorum Gönder