Lucy, Mary, Linda, Annie, Liz, Alice... Alice...
Alice ismi her zaman duraklatır insanı, geçmişe döndürür. Okuduğunuz o kitabı, izlediğiniz çizgi diziyi, Johnny Depp'in oynadığı o filmi ya da o harika olduğu söylenen o garip yeri hatırlarsınız bir. Hangi yaşta olursak olalım çocukluğumuza etki etmiş bir karakterdir sonuçta Alice. Ama şöyle bir şey vardır Alice'le ilgili. Diğer masal kahramanlarını, örneğin Güzel ve Çirkinin Bella'sını ya da Cinderella'yı hep en masum halleriyle hatırlarken, Alice'in dünyası bir parça gotik gelir hep bize, değişik bir yanı vardır (Hatırladığım kadarıyla bu hikaye ile ilgili yapılan bilgisayar oyunlarının hemen hepsi korku oyunları). Nedir peki 2015 yılında 150'nci yaşını kutlayan bu kızımızın bizi hem çeken, hem de meraklandıran hikayesi?
Yazarıyla başlayalım isterseniz, Lewis Carrol İngiliz matematikçi Charles Lutwidge Dodgson'ın kitaplarında kullandığı ve kendi isminden türettiği takma adı. Kendisi aynı zamanda rahip, aynı zamanda öğretmen, aynı zamanda mucit, aynı zamanda fotoğrafçı ve aynı zamanda tabii ki yazar. Okuldan sonra Oxford'da öğretim üyesi olarak hayatına devam etmiş zaten kitaplarını da burada yazmış. Hastalıktan yakasını kurtaramamış hiç Lewis Carrol. Kekemelik hep varmış zaten ama sonraki yıllarda; sara, kısmi sağırlık, hiperaktivite ve hatta daha sonra ismi AWD (Alice in Wonderland Disease) olacak ve etraftaki cisimlerin boyutlarını mesafelerini yanlış algılama gibi semptomları bulunan bir hastalığa sahipmiş. Vaktini –hastalıklardan ve kendine güvensizlikten- daha çok çocuklarla geçiren Carrol, fırsat buldukça bu genç arkadaşlarının fotoğraflarını da çekiyormuş. 1856 yılında fakülte dekanlığına atanan Henry Liddle ve ailesiyle yakın arkadaş olmuşlar. O ünlü Alice de bu ailenin 2 numaralı kızıymış zaten. Bu ailenin üç kızına çeşitli hikayeler anlatan Lewis'in ilgisini çekmiş Alice ve bir nevi ilham kaynağı olmuş kitaba (Hatta ikinci kitaptaki bir şiirde kızın tam ismi akrostiş olarak bulunmakta).
1865 yılında yayınlandığında, çoğu insan tarafından saçma bulunan kitap zamanla büyük üne kavuşmuş. Hatta dönemin İngiltere Kraliçesi Victoria, Carrol'dan bir sonraki kitabını kendisine adamasını istemiş (O da, "Determinantlara Giriş" adında bir matematik kitabı yazarak Kraliçeye ithaf etmiş). 1871'de Alice Aynanın İçinde Devam Kitabını da yazmış Carrol.
Daha sonraki yıllarda bir çok efsane üretilmiş kitapla ilgili. En yaygını Lewis'in bu kitapları uyuşturucu etkisinde yazdığı ve kitaplarda, sihirli mantarlar, esrar, LSD gibi uyuşturucuları övdüğüyle ilgili. Hatta Jefferson Airplane'in ünlü parçası White Rabbit'te bu husus ima edilmekte açıkça. Ama buna dair herhangi bir kanıt mevcut değil. Kitapla ve yazarıyla ilgili binlerce farklı teori mevcut ve isteyenler internetten kontrol edebilirler (Pedofiliden ırkçılığa kadar gidiyordu bu teoriler).
Ama bu, Alice gerçeğini değiştirmiyor neyse ki. Yayınlandığı günden beri en çok farklı ortama uyarlanan/alıntılanan/atıfta bulunan eserlerden biri bu kitap. Daha sinemanın ilk günlerinde 1903'de filme alınıyor Alice. İkinci kitapta geçen bir şiir olan Jabberwocky (ki saçma edebiyatın en önemli çalışmalarından bir olarak kabul ediliyor) hakkında çekilmiş bir film bile var. Yüzlerce film, televizyon programı, oyuna, resim ve James Joyce'dan tutun Nabokov'a kadar bir çok yazar göndermede bulunmuş kitaba eserlerinde. Popüler kültürümüz Alice'le karşılaşmadığımız bir günü olanaksız kılıyor neredeyse.
Kitaba baktığımızda, bunun neden böyle olduğunu anlayabiliyoruz ama. Standart bir zekanın ürünü değil bu karakterler, olaylar, bu harikalar diyarı. Öykünün başından sonuna kadar bir çok ilginç karakterle karşılaşıyoruz ve tempo hiç düşmüyor, beyaz tavşan gibi sürekli bir yerlere yetişmek zorunda hissediyoruz kendimizi. Başta tavşan deliğinden düşüyoruz ve sanki yeni bir dünyaya doğmuş gibi buluyoruz kendimizi (Buna doğumun alegorisi diyenler de var). Sonra bir şeyler yiyoruz, içiyoruz, büyüyoruz, küçülüyoruz, ağlıyoruz, kapılardan geçiyoruz, gözyaşlarımız sel oluyor. Boğulmaktan kurtuluyoruz o gölde, bilge bir tırtılla hayatımızın en saçma tartışmasını yaşıyoruz, o imalı gülümsemesiyle Cheshire kedisini görüyoruz, şapkacı ile tavşanla çay partisinde doğum günü olmayan günü kutluyoruz, Tweedledum and Tweedledee kardeşleri görüyoruz (şirin yumurtalar), bir mahkemeye katılıyoruz ve kaçıyoruz kupa kraliçesinden. Hangi çocuk böyle bir kitabın etkisinden kurtulabilir ki?
Umarım Alice sendromundan yıllar sonra bile neden hala kurtulamadığımıza ilişkin tatmin edici bir yazı olmuştur. (Her ne kadar benim beynimin bir köşesini Clemantine ele geçirse de) 6 Ekimin neden dünya çılgın şapkacı günü olarak kutlandığı gibi ilginç detaylara ilişkin bilgileri her zaman internetteki uygun sayfalarda bulabilirsiniz. Bizden bir Alice'le veda edelim bu kez.
Yorumlar
Yorum Gönder