Sadık Hidayet - Alacakaranlık

 




 Alacakaranlık Sadık Hidayet'in dördüncü kitabı, 1933 yılında Fransa'da yazılmış öykülerinden oluşuyor. "Kör Baykuş"tan hemen önce yayınlanmış bu kitap. İlk hikaye kitapları olan "Diri Gömülen" ile "Üç Damla Kan"ı okumadım. Belki yazım tarzı gelişimi, karşılaştırma yapma vb. gibi sebepleri göz önüne alarak sırayla okumak daha mantıklıydı, ama ben yetkin bir eleştirmen olmadığımdan "Kör Baykuş"tan sonra gözüme çarpan ilk kitabı okudum.

Okuduktan sonra diğer incelemelere de bakıp, internette biraz araştırdım kitabı. "Kör Baykuş"la karşılaştırıp yetersiz bulanlar var, diğer hikaye kitaplarına göre daha alt seviyede bulanlar da var, çok beğenenler de. Dediğim gibi ben öyküleriyle karşılaştırma fırsatı henüz bulamadım ama genel olarak beğenenler arasındayım. Yalnız şunu fark ettim. Kitabı genel olarak beğenmeyenler bile, en az bir öyküden etkilendiklerini söylüyorlar. Ama beğenilen bu öykü kişiden kişiye göre değişebiliyor.

7 öykü var bu kitapta, yedi farklı öykü. "Kör Baykuş"un gelişi kendini belli ediyor biraz kitapta. Benzer karamsarlık, tasvirler (baykuş, gölge, adamotu vb.) ve ölüm teması hikayelerde mevcut. Belki de bu yüzden kitabın ismi Sayeruşen (Alacakaranlık'ın Farsçası hoşuma gittiği için en azından bir kez kullanayım dedim) Güzel şeyler var öykülerde, yerinde tespitler, insanı alan betimlemeler, insanı rahatsız eden olaylar. Sadık Hidayet bir tanrıtanımaz ve halen yasaklı İran'da. Bazı konularda sözünü sakınmıyor da.

Böyle farklı hikayelerden oluşan bir kitapta teker teker incelenmesi gerekiyor öykülerin bence. Burada belki de bir Spoiler uyarısı vermek gerekecek ne yazık ki. İlk ve son hikayelerden başlayayım diyorum. İlk hikaye S.G.L.L. (Cinsel isteği yok eden bir serum ) bir bilim kurgu. Çevirmen; Hidayet'in Jules Verne'den etkinlendiğini söylüyor ama yaratılan dünya bana daha çok Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sını hatırlattı. 2000 yıl sonraki İran'da geçiyor olaylar. İnsanlığın bütün sorunlarına çare bulunmuş bir dünya. Ama insanlar mutlu değil elbete her zamanki gibi, hayatın anlamsızlığı kaçınılmaz olandan başka çare bırakmıyor onlara; "Toplu İntiharlar". Ancak güven ki olmuyor insanoğluna, ya intihar etmek istemeyenler ne olacak. Prof.Rak diye birisi çıkıyor, hikayeye adını veren serumu üretiyor. Bu sayede insan soyu tamamen kurumuş olacak ve başladığı gibi bitecek yaşam. Olaylar gelişiyor, serumlar dağıtılıyor, yapılan küçük bir hata belki, her şeyi tersine çeviriyor. Kaos her yerde; fokurdayan Demavend yanardağı kıyısında, cinnet geçiren, intihar eden insanlar, şehvetle akıyor sanki sokaktan. Biz de iki insanın, iki aşığın gözünden bu sonu seyrediyoruz. Kitabın son hikayesi olan "İnsanın Ataları"nda ise başlangıcı dinliyoruz. O Evrim adamı resminde insandan bir-iki önceki yaratıkları. Bir maymun kabilesinde olan iktidar savaşı ve vahşeti görüyoruz bu hikayede de. Hikaye sonunda Demavend yanardağı yine devreye giriyor ve atalarımızın cezasını veriyor. Biz ama, iki kaçak aşığın yanında dağın güzelliklerini seyrediyoruz o anda da. Bu iki hikaye bana "2001 Bir Uzay Macerası" filminin başını hatırlatsa da Sir Arthur C. Clark daha 16 yaşında bu kitap yazılırken.

Diğer öykülerden de kısaca bahsedeceğim ama kesinlikle önemsiz olduklarından değil. "Erkeğini Kaybeden Kadın"; dönemin İran'ında (belki de günümüz Türkiye'sinde) baba evinde mutsuz olan bir kadının çareyi kocasında aramasını ve bu yolda çektiklerini anlatıyor. Katı bir anlatım tarzı var Sadık Hidayet'in, ne olursa olsun kadınla empati kuramıyorsunuz. Hikayenin sonunda bir taş bırakıyor insanın içine. "Perde Arkasındaki Bebek" bir çok defa gördüğümüz vitrin mankenine aşık olan gencin hikayesi, ama Hidayet'in cümleleriyle. Konu ne kadar tanıdık olursa olsun, 1933 yılında yazılan bu kitaba değer katan hikayelerden biri. (Anna Karenina'da klişe bir konu günümüzde evet:) "Dua" hikayesinde bilmediğimiz bir ortama gidiyoruz. Yeni ölmüş bir kadın olarak, bir zerdüşt mezarlığındaki ruhlar arasında yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Yaşam ve ölümle ilgili ilginç fikirler var bu hikayede de. "Veramin Geceleri" güzel ama üzücü bir kaybetme hikayesi, kaderci bir kadın ve ateist bir adam arasında geçiyor. Gerek bu hikayede gerekse bundan sonraki "Son Gülüş"te; o bahçelerde olup, Tar'ın sesiyle kendimden geçmek istediğimi itiraf etmeliyim:)

"Son Gülüş" kalan son hikayemiz. Harun Reşid döneminde Vezirlik yapan Bermeki ailesininin katledilmesine dair bir hikaye bu. Budizmden islama geçen bu aile nezdinde, İran budizmini, Hidayet'in dünya zevklerini de kapsayan budizm düşüncesini, kendisinin Pers milliyetçiliğini görüyoruz ve hikayenin sonunda hayatın suyun üzerindeki bir dalgadan başka bir şey olmadığını anlıyoruz.

Sonuç olarak, o baş döndüren afyonlu ortamıyla "Kör Baykuş" gibi bir yapıt olmasa da, Sadık Hidayet'in dünyasını anlayabilmek için güzel bir çalışma Alacakaranlık. Şans vermeye değer.

Yorumlar