Hey, orada mısın ? Unuttun mu beni yoksa? Sen buraya hapsetmiştin. Seni göremeyeceğim tek yere layık görmüştün beni. Kafanın içindeyim ve her gece tekrar ölüyorum burada. İlk geldiğimde seni aramıştım, gerçek seni bulabileceğimi düşünmüştüm. Gerçi ben buraya geldim mi, yoksa burada oldum mu bilmiyorum. Durumu daha fazla garipleştirmemek için geldim diyorum sadece. Evet, madem buraya hapsoldum, hapsettin beni, güzel bir şeyler bulup keyfime bakabilirim diye düşünmüştüm en başta. Aklıma gelen en güzel şeyi aradım ben de. Seni, katıksız gerçek seni. Sonunda senin aklın tarafından ele geçirilmiştim ve her şey karşılıklı olmalıydı. Ben öyle düşünüyordum daha doğrusu. Aradım, o kıvrımların arasında sonsuza dek aradım seni. Sonsuzluk, hele insan böyle bir yerdeyken, epey göreceli olabiliyor. Gece olduğunda bitti benim sonsuzluğum ve öldüm. Nasıl anlayabilirdim ki geceyi, gündüzü burda değil mi? Gözlerin kapandığında, orada kapatıp burada açtığında, bana baktığında, gece oluyordu benim için. Beni gördüğünü farz ediyordum o zaman. Dayanamıyordum ama kendimi sana böyle çıplak, böyle savunmasız göstermeye, o yüzden öldürdüm kendimi o ilk gece ve sonraki bütün geceler. O güzel gözleri ne zaman üzerimde hissetsem bırakıyordum kendimi boşluğa. Sabahları seninle birlikte tekrar doğup aramaya başlıyordum seni ama. Aklındaki sensizliğe alışmam baya zaman aldı. Her gün, usanmadan tekrar ve tekrar seni aradım. Orijinal seni. Benden önceki saf olanı. Fazlasıyla şey de buldum. Sesindeki sonbahar rüzgarını görünce burada, kendime lanet ettim daha önce fark edemediğim için. Acayip bir şey yiyince ben de seninle hissettim o iğrenme kokusunu. Heyecanlanınca kızaran o karanlık oda da çok hoşuma gidiyordu, hala da gidiyor. Ama bunların dikkatimi dağıtmasına izin vermemiştim, bulmam gerekiyordu seni. Her yere girdim başarabildiğim kadarıyla. En mahrem sırların, en masum anların, en kötücül düşüncelerin hepsi karşıma çıktı yavaş yavaş. Sen hariç her şeyi buldum aklında. Pes edene kadar kaç gün, kaç ay geçti bilmiyorum. Bırakmazdım aslında. Sonuçta sonsuza kadar arayabilirdim, istiyordum. Ama bir şeyi fark ettim sonra, bir şeyin yokluğunu daha doğrusu. Aklının en ücra köşelerinde bile sevgi parçacıkları görüyordum en baştan beri. Hemen hemen her şeyin kenarında kıyısında bu turuncu simlerden vardı. Hayvanları, bitkileri, insanları, her şeyi seviyordun sen. Biliyordum zaten bunu en baştan beri, böyle biriydin sen. Ama işte o gün doğduğumda, üzerimdeki fazlalıkları silkelerken tamamen siyahtan oluştuğumu fark ettim. Değil turuncu , başka hiç bir rengi taşımıyordum. Şeyi düşündüm birden. Benim ben olmadığımı. Gerçek ben, senin aklındaki ben bu kadar siyah olamazdı. Evet senin aklında bana ait kara olmayan bir şeyler olmalıydı kesinlikle. Her şeyi sevebilen birisinde, kesinlikle bir iz bırakmış olmalıydım. Senin bir yerlerinde turuncu turuncu parlamalıydım. O zamana kadar sırf seni aradığım için herhalde, görememiştim kendimi. Başka bir açıklaması olamazdı. Ve sonunda senden vaz geçip kendimi aramaya başladım bu bitmez tükenmez sende. Ama eskisi gibi değildi hiç bir şey ne yazık ki, seni ararken bir umut vardı en azından. Seni, en güzeli bulacağıma dair olan umut. Şimdi ise her geçen gün kendimi bulamamanın acısı var, umutsuzluğu. Değersizliği hissetmenin üzüntüsü, beni sevmemiş olduğunu kabullenememe. En çok da belki gerçekten olmamam gereken bir yerde bulunma hissi. Her gün daha fazla artıyor. Üç hafta önce bir karar verdim. Gece olunca bırakmayacaktım kendimi bu defa. Bakacaktım o gözlere. Evet, bakarsam anlarım diye düşündüm belki. Ben burada mıyım gerçekten , yoksa aklına hapsolmayı bile hak etmiyor muyum diye. Bu akşama kadar bir türlü başaramadım ama. Gündüzleri gördüğüm o turunculu insanlar her gün biraz daha moralimi bozuyordu. Her gece bakacağım diyordum korkmadan, ölüyordum ama, başaramıyordum. Bu kez, bu defa dayandım ama. Bakacağım. Hey, orada mısın sevgilim? Sen misin gerçekten?
Hey, orada mısın ? Unuttun mu beni yoksa? Sen buraya hapsetmiştin. Seni göremeyeceğim tek yere layık görmüştün beni. Kafanın içindeyim ve her gece tekrar ölüyorum burada. İlk geldiğimde seni aramıştım, gerçek seni bulabileceğimi düşünmüştüm. Gerçi ben buraya geldim mi, yoksa burada oldum mu bilmiyorum. Durumu daha fazla garipleştirmemek için geldim diyorum sadece. Evet, madem buraya hapsoldum, hapsettin beni, güzel bir şeyler bulup keyfime bakabilirim diye düşünmüştüm en başta. Aklıma gelen en güzel şeyi aradım ben de. Seni, katıksız gerçek seni. Sonunda senin aklın tarafından ele geçirilmiştim ve her şey karşılıklı olmalıydı. Ben öyle düşünüyordum daha doğrusu. Aradım, o kıvrımların arasında sonsuza dek aradım seni. Sonsuzluk, hele insan böyle bir yerdeyken, epey göreceli olabiliyor. Gece olduğunda bitti benim sonsuzluğum ve öldüm. Nasıl anlayabilirdim ki geceyi, gündüzü burda değil mi? Gözlerin kapandığında, orada kapatıp burada açtığında, bana baktığında, gece oluyordu benim için. Beni gördüğünü farz ediyordum o zaman. Dayanamıyordum ama kendimi sana böyle çıplak, böyle savunmasız göstermeye, o yüzden öldürdüm kendimi o ilk gece ve sonraki bütün geceler. O güzel gözleri ne zaman üzerimde hissetsem bırakıyordum kendimi boşluğa. Sabahları seninle birlikte tekrar doğup aramaya başlıyordum seni ama. Aklındaki sensizliğe alışmam baya zaman aldı. Her gün, usanmadan tekrar ve tekrar seni aradım. Orijinal seni. Benden önceki saf olanı. Fazlasıyla şey de buldum. Sesindeki sonbahar rüzgarını görünce burada, kendime lanet ettim daha önce fark edemediğim için. Acayip bir şey yiyince ben de seninle hissettim o iğrenme kokusunu. Heyecanlanınca kızaran o karanlık oda da çok hoşuma gidiyordu, hala da gidiyor. Ama bunların dikkatimi dağıtmasına izin vermemiştim, bulmam gerekiyordu seni. Her yere girdim başarabildiğim kadarıyla. En mahrem sırların, en masum anların, en kötücül düşüncelerin hepsi karşıma çıktı yavaş yavaş. Sen hariç her şeyi buldum aklında. Pes edene kadar kaç gün, kaç ay geçti bilmiyorum. Bırakmazdım aslında. Sonuçta sonsuza kadar arayabilirdim, istiyordum. Ama bir şeyi fark ettim sonra, bir şeyin yokluğunu daha doğrusu. Aklının en ücra köşelerinde bile sevgi parçacıkları görüyordum en baştan beri. Hemen hemen her şeyin kenarında kıyısında bu turuncu simlerden vardı. Hayvanları, bitkileri, insanları, her şeyi seviyordun sen. Biliyordum zaten bunu en baştan beri, böyle biriydin sen. Ama işte o gün doğduğumda, üzerimdeki fazlalıkları silkelerken tamamen siyahtan oluştuğumu fark ettim. Değil turuncu , başka hiç bir rengi taşımıyordum. Şeyi düşündüm birden. Benim ben olmadığımı. Gerçek ben, senin aklındaki ben bu kadar siyah olamazdı. Evet senin aklında bana ait kara olmayan bir şeyler olmalıydı kesinlikle. Her şeyi sevebilen birisinde, kesinlikle bir iz bırakmış olmalıydım. Senin bir yerlerinde turuncu turuncu parlamalıydım. O zamana kadar sırf seni aradığım için herhalde, görememiştim kendimi. Başka bir açıklaması olamazdı. Ve sonunda senden vaz geçip kendimi aramaya başladım bu bitmez tükenmez sende. Ama eskisi gibi değildi hiç bir şey ne yazık ki, seni ararken bir umut vardı en azından. Seni, en güzeli bulacağıma dair olan umut. Şimdi ise her geçen gün kendimi bulamamanın acısı var, umutsuzluğu. Değersizliği hissetmenin üzüntüsü, beni sevmemiş olduğunu kabullenememe. En çok da belki gerçekten olmamam gereken bir yerde bulunma hissi. Her gün daha fazla artıyor. Üç hafta önce bir karar verdim. Gece olunca bırakmayacaktım kendimi bu defa. Bakacaktım o gözlere. Evet, bakarsam anlarım diye düşündüm belki. Ben burada mıyım gerçekten , yoksa aklına hapsolmayı bile hak etmiyor muyum diye. Bu akşama kadar bir türlü başaramadım ama. Gündüzleri gördüğüm o turunculu insanlar her gün biraz daha moralimi bozuyordu. Her gece bakacağım diyordum korkmadan, ölüyordum ama, başaramıyordum. Bu kez, bu defa dayandım ama. Bakacağım. Hey, orada mısın sevgilim? Sen misin gerçekten?
Yorumlar
Yorum Gönder