Sevgi diye bir şey var. Herkeste var bundan az çok, farklı miktarlarda. Ama herkeste var gerçekten. Garip mi geldi? Sokağa çıkınca ilk gördüğünüz insana bakın ve düşünün. Bu neyi/kimi seviyordur diye. Annesini olabilir, Fenerbahçe'yi olabilir, O'nu olabilir, Peygamberini olabilir, Kurtarıcısını olabilir. Belki de sadece kendisini seviyordur. Ama, şu anda karşınıza çıkan ilk kişi olarak tanımlayabileceğimiz bu şahısta da, o sizde olan şeyden vardır. Sevme yeteneği. Başta herkeste var dedim az ya da çok ama sonu yok bunun gerçekte. Hani şarkı var ya sevdim mi tam severim diye saçma, gerçekten de insan bir şeyi seviyorsa onun hakkında elini korkak alıştırmıyor genelde. Öyle az sevmek diye bir şey yok. Ona verilen isimler farklı olması lazım. Birisine karşı az bir sevgi duyuyorsanız, onu gerçekte sevmiyorsunuzdur bence. Sadece bazı koşulların yerine gelmesi için kendinizi kandırırsınız. Karnıyarığı ya seversiniz ya sevmezsiniz. Beni ya seversiniz, ya nefret edersiniz. Arası yoktur aslında. Seni de seviyorum ama şu daha hoş gibi diye düşünen birisi yalan söylüyordur benim gözüme. Ben o denklemde sadece zamanın o kısmını sarf etmek için kullandığınız bir ögeyimdir. Sonu olmaz dedim sevmenin, gerçek mi peki bu? İnsan sevdiği ayakkabı uğruna canını bile vermeli mi? Teorik açıdan evet diyebiliriz tabi ki. Ama çoğunlukla pratikte buna gerek olmaz. Hiçbir ayakkabıyı gerçekten sevmeyiz ya da sevdiğimiz ayakkabının fiyatı canımız olmaz. O kıza aşığızdır, ama canımız kıymetlidir, ya da aşk sadece kitaplardan, filmlerden öğrenmeye çalıştığımız bir olgudur. Sevgi ile aşk aynı şey mi bilmiyorum. O yüzden herkeste bir parça sevgi var derken, aşk hakkında bu kadar emin konuşamıyorum. Daha önce de yazdığımı hatırlıyorum (Garip, ben önceki yazdıklarımı genelde hatırlamam) Aşk sevginin fazla olduğu yer diyorlar demiştim galiba. Şimdi yazdığım şeyle çelişiyor bu elbette. İşte önceki şeyleri hatırlamamanın faydası, kendinle asla çelişmiyorsun. Başkaları nasılsa umrumda değil. Neyse sevmenin azı olmazsa çoğu da olmaz. O zaman aşk sevginin çoğu değildir diyebiliriz. Ne peki aşk? Kim biliyor aşkın gerçekten ne olduğunu? O Leyla ile Mecnun'un yaşadığı mı? Fuzuli mi öğretecek bana şu anda yaşadığımı? Ferhat aşkından mı dağları delmiş acaba, yoksa sırf öyle olması gerektiği için Konfuçyüsçu bir ahlak yapısıyla, bu kızı seviyorum , o zaman yapmam gerek diye mi düşünmüş? Romeo ve Juliet aşık oldukları için mi intihar etmişler, yoksa ergen psikolojisinnden anlamayan Shakespeare'in demagojisi mi bütün bunlar? Bakın bütün örnekler edebiyattan. Şarkılardan da olabilir, filmlerden de. Onlar bize böyle söylüyor diye mi var peki aşk? O klasik karındaki kelebekler, ilk kimin aklına geldi? Astroloji gibi, orada öyle yazıyor diye benim yay burcu erkeği gibi hissetmediğim ne malum diyebiliyor muyuz aşk için? Hayatımız boyunca, ne kadar anarşist ruhlu olursak olalım, bir takım kurallara bağlı olarak yaşadık. Bilelim ya da bilmeyelim. Belki aşk da bu kurallardan sadece bir başkası. Küçük yaşta beynimize, zamanı gelince aşık olacaksın, ibaresi işlenmiş. O zamanı, o kişiyi bekliyoruz hep. Uygun fırsat oluşunca karşımıza çıkan kişiyi o sanıyoruz. Tabi karşımızdaki de aynı durumda. O da arıyor birilerini. Biz ortaya çıkınca aşık olmuş gibi, iki olasılık var. Ya gidiyor alıp başını. Ya da kendini inandırıyor o da bu aşık olma olayına. Sonra yüzyılın aşkı çıkıyor ortaya sahte sahte. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor tabi. Ya evlilik öldürüyor aşkı, ya aşıklar, ya da birileri kendini öldürüyor. İkisi de bu yaşadıklarının bambaşka bir şey olduğunun farkında değil ama. Ne peki aşk? Yok mu öyle bir şey? Ben elbette ki bunları söylemek için yeterli değilim. Sadece saçmalayan birisiyim sonuçta. Sevgi neyinize yetmiyor da demeyeceğim. Gerek yok aşk hakkında konuşmama. Çünkü baştan beri sevgiden bahsediyorum ben. Herkeste olan sevebilme yetisinden. İçimizde bir parça sevgi var. Bunu kabullenmemiz lazım kim olursak olalım. Evet o tahmin ettiğiniz kişide bile var. Peki nasıl kullanmalı bu sevgiyi. Bir kişiye mi vermeli,iki şeye mi? On kişi arasında eşit mi paylaştırmalı? Nasıl bir şey bu sevgi denilen zamazingo? Karnı yarık örneğini dikkate almazsak, birisini sevmek-bence- güzel bir şey. Mozi denen bir adam var eski Çin'de yaşamış (Konfüçyus'da anlamıştı zaten kurnaz okuyucu Çin'le ilgili bir şeylerin geleceğini) Bu adam bir çok şeyle ilgilenmenin yanı sıra, esas olarak her şeyi sevmemiz gerektiğini söylüyor. İstisnasız herkesi - ya da ben yanlış anlıyorum. Önemli değil, o demiyorsa bile ben öyle diyorum. Herkesi sevmemiz gerekir diye bir şey var kafamın bir tarafında. Diğerinde ise yine benzer dönemde yaşamış ve Konfüçyus'un öğretilerini (Bu metinde üçüncü defa geçmesine sebep olacak kadar çok) benimsemiş, ikinci bilge de denilen Mengzi var. Günümüzde yaşasa Iphone çakması başka bir telefon markası sanacağımız bu adam da herkesi hak ettiği kadar sevmeliyiz diyor. Bu da kafamın diğer tarafında başka bir görüş olarak şekilleniyor. Şu an ülkede yaşayanların hemen hepsinin Mengzi'nin görüşünü savunacağını tahmin edebiliyorum (Nasıl pis bir yerde yaşıyorsak artık) Ama gerçekte olması gereken hangisi? Tüm insanlar, herkes, Mozi gibi davransa hala şu anki gibi mi olurdu dünya. Niye ben, o sokakta gördüğüm ilk insanın içinde sevgi var mı diye düşünüyorum da, o insanı sevmek hiç aklıma gelmiyor. Bu öküz sevebilir mi cümlesi, doğduğumuzda paketin içeriği olarak mı geliyor beynimize. Yolda diğer insanlara kötü kötü bakarak yürümek daha erken ölmemize sebep olmuyor mu ki hiç? Neyse, işte ikisi de binlerce önce yaşamış insanlar, Fuzuliden, Shakespeare'den ya da bizden fazla ne bilebilirler ki ? Bir de Çinli üstelik. Fazla düşünmemek lazım böyle şeyleri. Sonuçta bir fark olmalı diğerleriyle aramızda. Değil mi?
Sevgi diye bir şey var. Herkeste var bundan az çok, farklı miktarlarda. Ama herkeste var gerçekten. Garip mi geldi? Sokağa çıkınca ilk gördüğünüz insana bakın ve düşünün. Bu neyi/kimi seviyordur diye. Annesini olabilir, Fenerbahçe'yi olabilir, O'nu olabilir, Peygamberini olabilir, Kurtarıcısını olabilir. Belki de sadece kendisini seviyordur. Ama, şu anda karşınıza çıkan ilk kişi olarak tanımlayabileceğimiz bu şahısta da, o sizde olan şeyden vardır. Sevme yeteneği. Başta herkeste var dedim az ya da çok ama sonu yok bunun gerçekte. Hani şarkı var ya sevdim mi tam severim diye saçma, gerçekten de insan bir şeyi seviyorsa onun hakkında elini korkak alıştırmıyor genelde. Öyle az sevmek diye bir şey yok. Ona verilen isimler farklı olması lazım. Birisine karşı az bir sevgi duyuyorsanız, onu gerçekte sevmiyorsunuzdur bence. Sadece bazı koşulların yerine gelmesi için kendinizi kandırırsınız. Karnıyarığı ya seversiniz ya sevmezsiniz. Beni ya seversiniz, ya nefret edersiniz. Arası yoktur aslında. Seni de seviyorum ama şu daha hoş gibi diye düşünen birisi yalan söylüyordur benim gözüme. Ben o denklemde sadece zamanın o kısmını sarf etmek için kullandığınız bir ögeyimdir. Sonu olmaz dedim sevmenin, gerçek mi peki bu? İnsan sevdiği ayakkabı uğruna canını bile vermeli mi? Teorik açıdan evet diyebiliriz tabi ki. Ama çoğunlukla pratikte buna gerek olmaz. Hiçbir ayakkabıyı gerçekten sevmeyiz ya da sevdiğimiz ayakkabının fiyatı canımız olmaz. O kıza aşığızdır, ama canımız kıymetlidir, ya da aşk sadece kitaplardan, filmlerden öğrenmeye çalıştığımız bir olgudur. Sevgi ile aşk aynı şey mi bilmiyorum. O yüzden herkeste bir parça sevgi var derken, aşk hakkında bu kadar emin konuşamıyorum. Daha önce de yazdığımı hatırlıyorum (Garip, ben önceki yazdıklarımı genelde hatırlamam) Aşk sevginin fazla olduğu yer diyorlar demiştim galiba. Şimdi yazdığım şeyle çelişiyor bu elbette. İşte önceki şeyleri hatırlamamanın faydası, kendinle asla çelişmiyorsun. Başkaları nasılsa umrumda değil. Neyse sevmenin azı olmazsa çoğu da olmaz. O zaman aşk sevginin çoğu değildir diyebiliriz. Ne peki aşk? Kim biliyor aşkın gerçekten ne olduğunu? O Leyla ile Mecnun'un yaşadığı mı? Fuzuli mi öğretecek bana şu anda yaşadığımı? Ferhat aşkından mı dağları delmiş acaba, yoksa sırf öyle olması gerektiği için Konfuçyüsçu bir ahlak yapısıyla, bu kızı seviyorum , o zaman yapmam gerek diye mi düşünmüş? Romeo ve Juliet aşık oldukları için mi intihar etmişler, yoksa ergen psikolojisinnden anlamayan Shakespeare'in demagojisi mi bütün bunlar? Bakın bütün örnekler edebiyattan. Şarkılardan da olabilir, filmlerden de. Onlar bize böyle söylüyor diye mi var peki aşk? O klasik karındaki kelebekler, ilk kimin aklına geldi? Astroloji gibi, orada öyle yazıyor diye benim yay burcu erkeği gibi hissetmediğim ne malum diyebiliyor muyuz aşk için? Hayatımız boyunca, ne kadar anarşist ruhlu olursak olalım, bir takım kurallara bağlı olarak yaşadık. Bilelim ya da bilmeyelim. Belki aşk da bu kurallardan sadece bir başkası. Küçük yaşta beynimize, zamanı gelince aşık olacaksın, ibaresi işlenmiş. O zamanı, o kişiyi bekliyoruz hep. Uygun fırsat oluşunca karşımıza çıkan kişiyi o sanıyoruz. Tabi karşımızdaki de aynı durumda. O da arıyor birilerini. Biz ortaya çıkınca aşık olmuş gibi, iki olasılık var. Ya gidiyor alıp başını. Ya da kendini inandırıyor o da bu aşık olma olayına. Sonra yüzyılın aşkı çıkıyor ortaya sahte sahte. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor tabi. Ya evlilik öldürüyor aşkı, ya aşıklar, ya da birileri kendini öldürüyor. İkisi de bu yaşadıklarının bambaşka bir şey olduğunun farkında değil ama. Ne peki aşk? Yok mu öyle bir şey? Ben elbette ki bunları söylemek için yeterli değilim. Sadece saçmalayan birisiyim sonuçta. Sevgi neyinize yetmiyor da demeyeceğim. Gerek yok aşk hakkında konuşmama. Çünkü baştan beri sevgiden bahsediyorum ben. Herkeste olan sevebilme yetisinden. İçimizde bir parça sevgi var. Bunu kabullenmemiz lazım kim olursak olalım. Evet o tahmin ettiğiniz kişide bile var. Peki nasıl kullanmalı bu sevgiyi. Bir kişiye mi vermeli,iki şeye mi? On kişi arasında eşit mi paylaştırmalı? Nasıl bir şey bu sevgi denilen zamazingo? Karnı yarık örneğini dikkate almazsak, birisini sevmek-bence- güzel bir şey. Mozi denen bir adam var eski Çin'de yaşamış (Konfüçyus'da anlamıştı zaten kurnaz okuyucu Çin'le ilgili bir şeylerin geleceğini) Bu adam bir çok şeyle ilgilenmenin yanı sıra, esas olarak her şeyi sevmemiz gerektiğini söylüyor. İstisnasız herkesi - ya da ben yanlış anlıyorum. Önemli değil, o demiyorsa bile ben öyle diyorum. Herkesi sevmemiz gerekir diye bir şey var kafamın bir tarafında. Diğerinde ise yine benzer dönemde yaşamış ve Konfüçyus'un öğretilerini (Bu metinde üçüncü defa geçmesine sebep olacak kadar çok) benimsemiş, ikinci bilge de denilen Mengzi var. Günümüzde yaşasa Iphone çakması başka bir telefon markası sanacağımız bu adam da herkesi hak ettiği kadar sevmeliyiz diyor. Bu da kafamın diğer tarafında başka bir görüş olarak şekilleniyor. Şu an ülkede yaşayanların hemen hepsinin Mengzi'nin görüşünü savunacağını tahmin edebiliyorum (Nasıl pis bir yerde yaşıyorsak artık) Ama gerçekte olması gereken hangisi? Tüm insanlar, herkes, Mozi gibi davransa hala şu anki gibi mi olurdu dünya. Niye ben, o sokakta gördüğüm ilk insanın içinde sevgi var mı diye düşünüyorum da, o insanı sevmek hiç aklıma gelmiyor. Bu öküz sevebilir mi cümlesi, doğduğumuzda paketin içeriği olarak mı geliyor beynimize. Yolda diğer insanlara kötü kötü bakarak yürümek daha erken ölmemize sebep olmuyor mu ki hiç? Neyse, işte ikisi de binlerce önce yaşamış insanlar, Fuzuliden, Shakespeare'den ya da bizden fazla ne bilebilirler ki ? Bir de Çinli üstelik. Fazla düşünmemek lazım böyle şeyleri. Sonuçta bir fark olmalı diğerleriyle aramızda. Değil mi?
Yorumlar
Yorum Gönder