Ekrandaki yazıyı gördüm. Bağlı değilsiniz yazıyordu. Ne zaman gelmiştim buraya? Baktım tekrar bilgisayara. Bağlanmayı sevmiyorum yazdım. Doğruydu, herkesin herkese deli gibi bağlı olduğu bu dünyada böyle kalabilmek istiyordum. Niye buradaydım ben. Ekrandaki yazı değişti. Bağlanıyor... Olacak mıydı bu kadar seneden sonra? Bağlanabilir miydim gerçekten? Kim getirmişti ki hem beni buraya? Hemen karar vermem gerekiyordu. Dönüşü olmazdı yoksa. Ya da bana öyle geliyordu. Bağlanmamalıydım. Hayır yazdım büyük harflerle. Büyük harflerle yazınca insanlar olmasa da bilgisayarlar dinler çünkü. Bilgisayarların dünyayı ele geçireceği yok. Sadece anlayış bekliyorlar biz insanlardan. Onun için de sularına gitmek gerekiyor. Büyük olsun istiyorlar her şey. Yüce gönüllüler sonuçta. Bizim gibi dar kalıplara sıkışamıyorlar. Bağlanma dedim. Bağlandı yazdı ama. Ne yapacağım? Burası neresi hem? Eskiden duyduğum bir sözü hatırladım, kaba bir şeydi ama elinden gelen bir şey yoksa kabullenmek en iyisi gibi bir şeydi. Ben bu kadar kolay kabullenebilecek birisi miydim ki? Şu ana kadar savaştığı her şeyden bir anda vaz geçen biri. Hayır, dünyadaki pek çok insanın aksine bende hala bir parça gurur kalmıştı, merak da vardı ama bir parça. Peki yazdım, bu kez küçük harflerle ama. Peki küçük harflerle söylenmesi gereken bir kelime. Tıpkı, özür dilerim ya da tuhaf ama seni seviyorum galiba gibi. Diğerlerini yazmadım tabi, peki yazdım ve bekledim. Ne olacaktı acaba? Neden burada tek ben vardım ki? Uzun süre ekrandaki peki yazısı ile karşı karşıya bakıştık. Sonra yazı piksel piksel kararmaya başladı. Ölürken de böyle mi olacak acaba? Her şey pikseller halinde mi yok olacak? Yoksa aniden mi bitecek her şey? Gerçi neden piksel? Düz olmak zorunda mı insan da, sanal her şey gibi? Belki noktalar halinde biteceğiz, kum taneleri gibi. Ya da eskiden televizyonda reklamların arasında olan o spiral geçiş gibi olacak, spiral halinde karanlığa geçeceğiz biz de. Powerpoint'te olduğu gibi hayatımızın nasıl bitmesini istediğimize karar verebilsek farklı olurdu. İyi olur muydu bilmiyorum ama? Realitede hiçbir kısmı üzerinde bir denetimimiz olmayan bu hayatın bitiş efektini seçmek aslında çok da matah bir şey değil. Kapkaranlık olmuştu ekran. İşte bağlıydım ve karanlıktı her şey. Tam da umduğum gibi. Ekranda çok küçük bir ışık belirmeye başlamıştı. Bu bilgisayar da kimindi ki? Kendi odamı özledim ben. Kendi bilgisayarımı en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum hiç. Bu farklı bir şey, laftan anlamıyor hiç. Ona büyük harflerle bir şeyler söyleyince hiç anlamamazlık etmez. Hemen yapar istediğimi. Hatta bir keresinde "Ölmek İstiyorum" diye yazmıştım büyük harflerle. Hiç ikna etmeye çalışmadı beni başkaları gibi, insanın en iyi dostu. Hemen öldürmüştü beni. Büyüdü iyice bu, ışık dedim ama bir yüzdü. Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılamıyordu hiç. Bir şey diyordu herhalde, ağzını kıpırdatıp. Ama ses yok hiç. "Ne diyorsun mu" yazmalıydım? Yok, daha saygılı olmak lazım tanımadığım- hatta cinsiyetini bile anlamadığım- kişiler karşısında. Af edersiniz? Niye af dileyecekmişim ki diye düşündüm. Ben bir şey yapmadım. Japon da değilim. Merhaba yazayım dedim en iyisi. Baş harfi büyük olsun yeter. Yabancı sonuçta. Ses neden yok acaba diye hayıflanırken, kulak patlatan cinsten bir parazit duyuldu. Hemen kulağımı kapattım. Hangi zamandaydım ben acaba? Bir ara aralar gibi oldum kulağımı, devam ediyordu ses. Ben gözlerimi de kapadım , düşünmeye başladım. Daha önce girmediğim bir yola girmiştim. Bağlamıştı beni , ne olduğunu, kimin olduğunu, nerede olduğunu, hatta ne zaman olduğunu bilmediğim bir bilgisayar. Kendimi hiç bir zaman olmadığım kadar çaresiz hissediyordum. Gözlerim ve kulaklarım kapalıydı ve ben hiç bir şey bilmiyordum. Başka bir şey fark ettim bir süre sonra. Aynı zamanda hiç bir zaman olmadığım kadar rahattım. Hafiften araladım ellerimi, ses metalik bir konuşmaya dönmüştü. Anlamadığım bir kelime söylüyordu. Gözlerimi açtım. Daha deminki yüzün ağzı oynuyor ve bir kelime çıkıyordu ağzından. Her seferinde farklı bir dilde ama. Kimdim ben aslında? Bu soru kafamda dolaşırken, bir yandan da dünyada ne kadar çok dil olduğunu düşünüyordum. Beş dakika geçmişti ve ben hala bir şey anlamamıştım. Acaba bildiğimiz diller miydi bunlar, yoksa kainattaki tüm dilleri sayacak mı derken o kelimeyi duydum ve anladım. "Hoş geldiniz". Evet, anlaşmaya başlamıştık bilgisayarla. Başaramayacağımız herhangi bir şey yok diye düşündüm. Bir zamanlar aya giden insanoğlu şimdi plütonu terk ediyor ne de olsa. Teşekkür ederim yazdım. Ş'yi kabul etmedi. Ama kayboldu ekran. Bu sefer piksel piksel değil, aniden. Gün gelecek bu bilgisayarlara biz hakim olacağız diye düşündüm. Ne yapıyordum ben? Açıkçası hiç bir şeyi bilmiyordum. Bunu ben istememiştim en başından beri. Onlar bağlamışlardı beni, ya da o. İngilizce konuşmadığım için başka bir kişi zamirine ihtiyaç duymadım. Konuşsaydım da fazla abartmazdım zaten. You derdim sadece. İngilizce konuşan insanlar senli benli olmayı daha çok seviyorlar çünkü. Ekranda sadece iki zar belirdi. Ne kadar kalmıştı acaba? Bu zarlar belki de bundan sonraki hayatımı belirleyecekti benim. İyi ya da kötü olacağımı. Yönüm belli olacaktı. Belki de atacağım yanlış bir zar mevcut hayatıma on yıl daha ekleyebilirdi. O metalik ses yine duyuldu. Ama, sanki hikayemin sonuna geldiğimi hissetmiş gibi, oyalamadı beni bu kez. Türkçe "At" dedi sadece. Anladım tabi zarı kastettiğini. Yoksa burada olmam bir tesadüften öte bir şey olmazdı. Tamam yazdım, tekrar büyük harflerle. Kendime güveniyordum. Ne olursa olsun razıydım sonuca. Ağır ağır döndü zarlar ve ikisi de ikide durdu. Ben o ilk tedirginliğimi aşmış bir şekilde yazdım, artık korkmuyordum. Bağlıydım sonuçta. "Ne olacak şimdi". Ekran karardı. Kırmızı bir yazı geliyordu. Ne renkti hem burası? Geldiğimden beri ilk defa renkli bir şey görüyordum. Yaklaştı, büyüdü. "Oyuna başlayabilirsiniz" yazısını seçebildim. Başladım ben de.
Yorumlar
Yorum Gönder