Sümer gözlerini açtı. Her sabah gibi tavanın köşesindeki siyah
nokta yine rahatsız etti. Hiçbir şey değişmiyordu. Perdeyi
açtı. Yağmur yağıyordu, güneş de vardı ama. Hava garip bir
turuncuya bürünmüştü. Birkaç gündür garip şeyler olduğunu
neden sonra fark etti. Sonra da umursamadı her türk insanı gibi.
“Daha kötü ne olabilir “ ile “böyle bir şey için keyfimi
bozamam “ mazeret skalası arasında her şeye alışabilirdi türk
halkı. O da böyle biriydi sonuçta, türktü. Gurur duymuyordu ama
herhangi bir aşağılık kompleksi de yoktu. Sadece türktü işte.
“Sümerr” diye bağırdı aşağıdan annesi. Hep merak ederdi
niye bu erkek ismine benzeyen şeyi koyduklarını kendisine. Türkle
ilgili isimler erkeklerin tekelindeydi zaten, istemezdi kız ismi
olsa da. Biraz büyüyünce annesi söylemişti. Her ataerkil ailede
olduğu gibi babası istediği ismi koymaya çalışmış, ama annesi
onu ortada ikna etmişti. Babasına kalsa ismi Muazzez İlmiye
olacaktı. Neyse dedi, beterin beteri var. Zaten insanlara S diyordu
sadece. Daha gizemli bir ortam oluşuyordu. Bir sümer daha duyunca,
cevap verdi. İstemiyordu annesinin yukarı çıkmasını. Yalnız
kalmak istiyordu biraz. “Kahvaltı yapmıycam“ diye bağırdı ve
kahvaltı günün en önemli öğünüdür safsatasını duymamak için
hemen kapıyı kapattı.
Ne olmuştu dün. Bir şey olmuştu ama
bilmiyordu. O Gordon denilen adam kırkbeş dakika başka bir yere
götürmüştü kendini. Daha önce hissetmediği bir şeydi. O
yüzden vermişti belki numarasını. “Dünyanın sonunu seninle
yaşamak isterim ve ötesini Candan “demişti bir ara . O kim diye
sorunca da saçmalamıştı galiba. Bütün bunlara rağmen vermişti
evet telefonunu. Saçma bir şey vardı ve Sümer de kendi isteğiyle
dahil olmayı seçmişti dün pide kuyruğunda beklerken. Daha önce
de bu kadar abes olmasa da, bazı kötü ilişkiler yaşamıştı Sümer. Şansına hep türklü kişiler çıkmıştı karşısına, Türker,
Göktürk, Türkü- hatta bir tanesinin ismi Türkocağı'ydı, artık
ailesi ne düşündüyse. Arkadaşları türkolog demeye başlamıştı
Sümer'e.
Ama bu bambaşka bir şeydi – daha başlamadığı.
Korkuyordu ama istiyordu böyle deli dolu birine tutulmayı. Gordon
ne bile diyememişti. Çok güzel akmıştı muhabbet. Tabletini
açtı. Gordon ismini araştırmaya başladı, Gordon Ramsay'den
başka bir iki tane futbolcu vardı. Flash Gordon, bir de Gordon
Freeman diye bir oyun karakteri. Gerçek adının Gordon olmadığına
emindi, ama niye böyle bir isime özeniyordu anlamamıştı. Ararsa
ne diyecekti acaba. Açsa mıydı. Böyle bir ilişki yürür müydü
o kadar türkten sonra. Karıştı biraz kafası. Bunaldı biraz. Hem
kendi numarasını bile vermemişti adam. Peki ya aramazsa?
Aramazsa , aramasın diye düşündü. Sonuçta güzel birisiydi.
Önemli değildi. Muhtaç değildi kimseye.
Ama bunları düşünürken
içinde de bir şeyler hissediyordu. Bir şeylerin çekildiğini.
Farkındaydı aslında içten içe bir daha Gordon'la konuşmazsa
hayatında bazı şeylerin artık ona zevk vermeyeceğinin. Dışarı
baktı camdan bir daha . Şimdi de sarıya dönmüştü gökyüzü.
Gezegen de ülkeyle birlikte yok oluyordu herhalde yavaş yavaş.
Ekşi sözlüğü açtı
tablette. Dünya yok olurken dinlenecek şarkılar var mı diye baktı.
Kıyamet koparken dinlenecekler vardı. It's the end of the world as
we know it'i açtı spottify'da. Sıkılıyordu, bir yolunu bulup
ulaşması lazımdı Gordon'a, dediği son olabilirdi bu. Ama o da istiyordu, öyle olsa bile dünyanın sonunu bu adamla
geçirmeyi. Ötesi olmasa da. Bu aralar çok zaman geçirmişti
dünyanın sonu kavramıyla ilgili. 1 dizi iki film 2 kitap. En çok
ama Steve Carrel'ın oynadığı film etkilemişti onu. Şu kırk
yıllık bekarın. Sevmezdi normalde ama ağlamıştı o filmde.
Kararını vermişti, dünyanın sonu için bir arkadaş ararsa o
Gordon'u seçecekti. Neler saçmalıyordu. Kafasını karıştırmıştı
işte adam. Bunlar da herkes tarafından bilinen basit doğa
olaylarıydı tabi ki de. Bir şey olsa haberlerde görmez miydi.
Bir an düşündü daha önceki olan olayları. Görürdü herhalde,
sonuçta penguenler de yok olacaklardı dünyanın sonu gelirse. Bir
tek hamam böcekleri diye duymuştu bir ara. Sonra fareleri de
duymuştu internetten. Pireler de vardı herhalde. Bir tek biz yok olacağız
herhalde facebook'a göre diye düşündü sonra. Neyse hamam
böcekleri, pireler ve farelerle dolu bir dünyada kalmayı da istemezdi
zaten. Olmadı, kafası yine Gordon'a gitti. Unutamıyordu
gözlerini. Arayacak mıydı acaba. Birden telefonu çaldı,
Zıpladı , koştu telefona. Uff, annesi arıyordu aşağıdan, açtı
. 10 dakika kahvaltı ile ilgili bir nutuk dinledikten sonra akşam
yemeğine ne istediğini sordu annesi. Kapattı . Dışarı
çıkacaktı, belki bir daha görürdü aynı yerde. Bütün
post-apkoliptik filmleri hatırladı seyrettiği. Evet yalnız kalmak
istemiyordu dünya yok olurken. Hayır yalnız kalmak değil,
Gordon'suz kalmak istemiyordu. Kendi kendine güldü. Güzel bir
oyundu bu, dünyanın yok olma senaryosuyla gerçek aşkını aramak.
Uyuyordu filme. Baktı , daha arayan yoktu. İş başa düşmüştü.
Pes eden bir kız değildi Sümer. Aşağıya inerken bağırdı
annesine. “ Anne, ben bu akşam dışarıda yiyeceğim.”
Yorumlar
Yorum Gönder